Peygamberimizin Hanımları, Evlilikleri, Nedenleri

Peygamberimizin Hanımları ve Evliliklerindeki Hikmetler

Doç. Dr. Muhittin AKGÜL



A. HZ. PEYGAMBER’İN HANIMLARI

1. Hatice (r):
Hz. Peygamber’in (sav) ilk evlilik hayatı, Hz. Hatice validemizle başlar. Onunla evlendiğinde, Efendimiz’in yaşı 25, hanımının yaşı ise, 40’tır. Yani aralarındaki yaş farkı, 15’tir. Onun, Hz. Peygamberin yanındaki yeri, diğerlerinden biraz farklıdır. Risâletini tebliğde O’nun yanında olmuş, bütün insanların terk edip, O’nunla alay ettiklerinde O’na teselli vermiş, hattâ Hz. Peygamber’e ilk vahiy gelmesi esnasında böyle bir şeyle ilk karşılaşmanın verdiği heyecanla ürpermesi karşısında hiç tereddüt etmeden şu gönül okşayıcı ve heyecan yatıştırıcı sözleri söylemiştir:

"Sana müjdeler olsun! Allah’a yemin ederim ki, Allah seni hiçbir vakit utandırmayacaktır. Çünkü sen, akrabana bakarsın, sözün en doğrusunu söylersin, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin. Fakire verir, kimsenin kazandırmayacağını kazandırır, misafiri en iyi şekilde ağırlarsın, Hak yolunda zuhur eden hâdiseler karşısında, halka yardım edersin."

Bu nâdide kadın, aynı zamanda ilk Müslümanlardandır. Vahyin nüzulünün onuncu yılında, hicretten üç sene önce vefat etmiştir. Allah Resulü, Hz. Hatice’nin ölümü karşısında bir hayli üzülmüştü. Hz. Peygamber’in amcası ve müşriklere karşı koruyucusu olan Ebu Talib ile kendisiyle sükûnet bulduğu eşi Hatice’nin vefatı gibi üzücü olaylar peş peşe geldiği için bu yıla, hüzün yılı denilmiştir.

Resulullah’ın bu evliliği 25 yıl sürmüş, İbrahim dışındaki bütün evlatları da yine bu nâdide kadından olmuştur. Vefatı esnasında Resulullah’ın yaşı 50’dir. Yani Hz. Peygamber evlilik hayatının büyük bir kısmını ve aynı zamanda gençlik ve olgunluk yaşlarını, sadece ve sadece, kendisinden 15 yaş büyük olan bir kadınla geçirmiştir.

2. Sevde binti Zem’a (r):

Bu hanımı da ilk Müslümanlardandır. Kocası Habeşistan’a yapılan hicretten sonra vefat etmiş olup, kimsesiz kalmıştı. Efendimiz, onunla evlenerek, bu kalbi kırığın da, yarasını sardı; onu perişan olmaktan kurtardı ve ona enis oldu. Zaten sadece Efendimiz’in nikahı altında bulunmayı düşünen bu büyük kadının, dünya adına istediği başka hiçbir şey de yoktu. Ve Allah Resulü’yle evlendiğinde yaşı 55’ti. Buradan da anlaşılacağı üzere, bu evlilikteki asıl amaç, kimsesiz ve yardımcısız kalan bir kadının elinden tutmak, emin bir yuvaya kavuşturmaktı.


3. Aişe (r):

Resulullah’ın bâkire olarak evlendiği ilk ve tek kadındır. O, daha sonra halife olacak olan Hz.
Ebubekir’in biricik kızıdır. Ayrıca, Hz. Aişe çok zeki bir nâdire-i fıtrat ve nübüvvet dâvâsına tam vâris olabilecek yaratılışa sahip bir kadındı. Evlendikten sonraki hayatı ve daha sonraki hizmetleri de göstermiştir ki, O muallâ varlık, ancak Nebî zevcesi olabilirdi. Zira O, yerinde en büyük hadisçi, en mükemmel tefsirci ve en nâdide fıkıhçı olarak kendini gösteriyor, her yönüyle Hz. Peygamber’i temsil etmeye çalışıyordu.

Resulullah Aişe’yi çok seviyor ve O’na karşı çok şefkatli davranıyordu. Hz. işe’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ben kızlarla oyun oynardım. Oyun arkadaşlarım gelir ve benimle oynardı. Resulullah’ı gördükleri zaman O’ndan gizlenirlerdi. Çok defa Resulullah, bu arkadaşlarımı benimle oynamaları için gönderirdi."

O’nun Hz. işe ile evliliği, yanından hiç ayrılmayan, çektiği sıkıntılara beraberce katlanan, mağara
arkadaşı Hz. Ebubekr için en büyük bir mükâfat idi.


4. Hafsa binti Ömer (r):

Hz. Hafsa dul bir kadındır. Kocası Bedir Savaşı’nda şehid edilmiş bir mücahittir. Kocasının vefatına üzülmüş, yalnız başına kalmıştır. Babası Hz. Ömer, kızını önce Hz. Osman’a evlenmesi için teklif etmiş, ancak O kabul etmemiş, Hz. Ebubekir’e teklif etmiş, O da kabul etmemiştir. Daha sonra da duruma şahit olan Allah Resulü fazla beklemeden O’nunla evlenmek istediğini bildirmiş ve evlenmiştir. Bu evlilik de, zaruretlerin getirdiği bir evlilik olup, bununla o yüce insan Hz. Ömer’in gönlü hoş edilmiş, kocasının ölümüne üzülen ve yalnız kalan birisinin bu yalnızlığı giderilmiştir.


5. Zeynep binti Huzeyme (r):

Resulullah (sav) Hafsa’dan sonra bu kadınla evlenmiştir. Onun kocası da Bedir’de şehit edilmiş olan, Ubeyde b. Hâris’tir. Yalnız başına ve kimsesiz kalan bu mübarek kadının yaşı da 60’tır. Bu kimsesizlik zamanında, kendisine yardım edecek bir ele şiddetle muhtaçtır. Onu bu ihtiyaç içerisinde gören şefkat ve merhamet Peygamberi, onu da nikâhlayarak kendi kanatları altına almak istemiştir. Zaten evlendikten iki yıl sonra da vefat etmiştir.

Altmış yaşındaki bir kadınla evlilikte dünyevî bir arzunun bulunması elbette mümkün değildir. Bu evlilikteki tek gaye de, yalnız başına kalan birisine bir yardım eli uzatmaktan ibarettir.


6. Zeyneb binti Cahş (r):

Bu evlilikle ilgili geniş malumat ileride verileceğinden burada sadece ismini zikretmekle iktifa ediyoruz.


7. Ümmü Seleme (r):

Bu da ilk Müslümanlardan olup, Habeşistan’a hicret edenlerdendir. Daha sonra da Medine’ye hicret etmiş, çok sevdiği ve kendisine sıkıntılı hicret yolculuklarında arkadaşlık yapıp, yanından hiç ayrılmayan biricik eşini Uhud Savaşı’nda şehit vermiştir. Yurdundan, yuvasından uzak, bir sürü yetimle, hayat külfetini yüklenmiş bu kadına, ilk şefkat elini, Hz. Ebubekir ve Ömer uzatırlar. Ancak o, bu talepleri reddeder.

Daha sonra evlilik teklifini Resulullah yapar ve bu teklif kabul edilir. Böylece yetimleri, sıcak bir yuvaya kavuşmuş, babalarının ölümünden duydukları üzüntüyü, Allah Resulü vesilesiyle unutmuş, hiçbir zaman gerçek bir babayı aratmayacak bir babaya kavuşmuş oldular.

Ümmü Seleme de Hz. işe gibi dirayet ve fetaneti olan bir kadındı. Bir mürşide ve mübelliğe olma istidadındaydı. Onun için bir taraftan şefkat eli onu, himayeye alırken, diğer taraftan da, bilhassa kadınlık âleminin medyûn-u şükran olabileceği bir talebe daha ilim ve irşad medresesine kabul ediliyordu.

Yoksa, altmış yaşına yaklaşmış Resulullah’ın, bir sürü çocuğu olan, bir dul kadınla evlenmesini ve evlenip bir sürü külfet altına girmesini, başka hiçbir şeyle izah edemeyiz.

8. Ümmü Habîbe (Remle binti Ebî Süfyan) (r):

Mekke’de küfrün bayraktarlığını yapan Ebû Süfyân’ın kızıdır. Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarmaya muktedir Yüce Rabbimiz, gelecekte müminlerin annesi konumuna yükselecek bu kadına, İslâm’ın bidayetinde imanı nasip etmişti. Mekke’nin zor şartlarında inancını yaşayamayınca, kocasıyla birlikte Habeşistan’a hicret etme mecburiyetinde kalmıştı. Ancak bu esnada kocası önce Hıristiyan olmuş, sonra da ölmüş, Ümmü Habibe yalnız başına kalmıştı. Allah Resulü durumu öğrenince Necâşi’ye haber göndererek, tek başına kalan bu hanımın kendisine nikahlanmasını istedi. Durumu öğrenince fevkalâde sevinen Ümmü Habibe’nin nikahı, Necâşi huzurunda kıyılmış oldu.

Şayet Hz. Peygamber böyle yapmayacak olsaydı, yalnız ve kimsesiz bu kadın, ya Mekke’ye dönecek babasının ve ailesinin şiddetli zulümleri karşısında dinini bırakacak, ya Hıristiyanlardan yardım dileyecek, ya da kapı kapı dilenip hayatını sürdürecekti. Ancak bu evlilikle en güzel yolu seçmiş oluyordu.

Bu evlilik vesilesiyle, o gün için Müslümanların ve Peygamber’in azılı düşmanı olan Ebû Süfyan, inananlara yaptığı işkenceyi hafifletmiş, içinde Hz. Peygamber’e karşı olan azılı kini birazcık dahi olsa dinivermişti. Daha geniş dairede ise, Emevîlerle bir akrabalık te’sis edilmiş oldu ki, bu da onların Müslümanlığa girmelerini kolaylaştıran bir unsur oldu. Bundan sonra Ebû Süfyan hâne-i saâdete rahatlıkla girip çıkma avantajına sahip olarak, Müslümanlığı daha yakından tanıma fırsatını bulup, sonunda iman dairesine girmiş oldu.

Açıkça görüldüğü gibi bu evlilikte de, kimsesiz kalan birinin yardımına koşup, onun elinden tutma, onun vesilesiyle Müslümanlara yapılan işkenceyi hafifletme ve azılı düşman biriyle akrabalık kurup, onun imana gelmesine vesile olma vardır.

9. Cüveyriye binti Hâris (r):

Müslümanlar, yapılan Müreysi gazvesinde galip gelmiş, pek çok ganimet elde edilmiş, bunun yanında 700 kadar da esir alınmıştı. Esirlerin içinde, Benî Mustalik kabilesinin başkanının kızı olan Cüveyriye de bulunuyordu. Cüveyriye, Hâris b. Dırar’ın kızı idi. Hâris, Mustalikoğulları Yahudilerinin reisi idi. Cüveyriye önce Musâfi b. Saffan’la evlenmiş, Musâfi, Müreysi Muharebesi’nde ölmüştü. Cüveyriye, Hz. Peygamber’e müracaat ederek hürriyete kavuşmayı talep etmiş, Resulullah da onun fidyesini bizzat kendisi vererek hürriyete kavuşturmuştur. Babası gelip kızını götürmek isteyince, o Müslüman olarak Medine’de kalmayı tercih etmiş, bilahare de Resulullah ile nikahı kıyılmıştır.

Resulullah’ın bu evliliğinden sonra, Abdulmuttaliboğullarının hissesine düşen esirler salıverilmiş, diğer Müslümanlar da bu durum karşısında, Resulullah ile akrabalık bağı bulunan bir kabilenin insanları esir edilemeyeceği düşüncesiyle alınan bütün esirleri salıvermişlerdir.

Hz. Peygamber’in bu evliliği de altmış yaşları dolayındadır. Bu evlilikte O, önemli bir kabileyle akrabalık kurmayı hedeflemiş, pek çok esirin serbest bırakılmasını sağlamış, bundan da önemlisi pek çok Yahudi’nin İslâm’la şereflenmesine vesile olmuş ve kocası savaşta ölen, dolayısıyla İslâm’a ve Müslümanlara aşırı bir şekilde kinle dolu bir hanımı, şefkat kanatlarının altına alarak onu müminlerin anası mertebesine yükseltmiştir.


10. Safiyye binti Huyey (r):

Asıl adı Zeynep’tir. O dönemde Arabistan’da reislere düşen ganimet hissesine Safiyye denilmektedir. Bu kadın da Resulullah’ın hissesine düştüğü için Safiyye adını almıştır. Ana-babası, Yahudilerin ileri gelenlerindendi. Hatta babası Nadiroğullarının reisi, annesi de Kureyza oğullarının reisinin kızıydı. Hayber Gazvesi’nde, babası, kocası ve kardeşi öldürülmüş, kabilesinden pek çok kimse esir alınmıştı. Safiyye, İslâm’a karşı aşırı bir şekilde kin ve nefretle doluydu.

Savaş sonrası Resulullah onu kendi nikahına alarak, yumuşamasını sağlamış oldu. Bu evlilikle de Yahudilerin önemli bir bölümüyle akrabalık kurulmuş, onların Müslümanlığı yakından tanımaları imkânı sağlanmış, düşmanların kötü bir kısım emellerinin, önceden bilinmesi kolaylaşmış ve Müslümanlığın sınırları bu vesileyle genişlemeye yüz tutmuştur.


11. Mâriyetü’l-Kıbtiyye (Ümmü İbrahim) (r):

Resulullah İslâm’a davet için etraftaki hükümdarlara mektuplar gönderiyordu. Bunlardan birisi de Mısır hükümdarı Mukavkıs’tı. Mukavkıs, elçiyi güzel bir şekilde karşılamış, Hz. Peygamber’e birtakım hediyelerle birlikte iki de cariye göndermişti. Yolda bu iki cariye, Müslümanlık hakkında malûmat sahibi olduktan sonra, İslâm’ı seçmişlerdi. Bunlar Medine’ye varınca, Resulullah Mariye’yi kendisine almıştı. Bilahare azad ederek, onunla evlenmiştir ki, oğlu İbrahim, işte bu hanımındandır.
Bu evlilik, bütün Mısırlılar üzerinde büyük bir te’sir icra etti. Müslümanlarla Mısır’daki Bizanslılar arasında çıkan savaşta, Mısırlılar tarafsız kalmış, Bizanslılara arka çıkmamışlardır. İşte bunun sebeplerinden birisi de, kendi milletlerinden olan bir kadının, Hz. Peygamber’le evli oluşudur.


12. Meymûne binti Hâris (r):

Asıl ismi Berre olup, Resulullah tarafından Meymûne olarak değiştirilmiştir. Hz. Peygamber’in son evliliğidir. Hudeybiye antlaşmasından bir yıl sonra Hz. Peygamber’le Müslümanlar, Mekke’ye tavaf ziyaretine gitmişlerdi. Bu sırada Peygamberimiz’in amcası Abbas, Allah Resulü’ne Meymûne’yle evlenmesini teklifi etti. Zira Meymûne, Abbas’ın baldızı olup, nikah yetkisini ona vermişti. Peygamberimiz de bu teklifi kabul buyurarak, onunla nikahlandı. Bu durum karşısında Mekkeliler: "Demek ki, Muhammed hemşehrilerine hâlâ dostluk ve hayır duyguları besliyor." yorumunu yaptılar.

Bu evliliği yaptığında da Resulullah, altmış yaşları civarındadır. Gayesi, yine dul kalan bir kadına yardım elini uzatma, Müslüman olduğu hâlde Mekke’de müşriklerin içinde kalan birini bu sıkıntıdan kurtarma ve Mekkeliler’e karşı bir jest yapma vardır.


HZ. PEYGAMBER’İN ZEYNEP bt. CAHŞ İLE EVLİLİĞİ:

Buraya kadar kısaca Allah Resulü’nün zevcelerini kısaca tanımaya çalıştık. Şimdi de bazılarının dile dolamaya çalıştıkları Zeynep validemizle olan evliliğine gelelim. İsterseniz önce olayın kahramanlarını kısaca tanımaya çalışalım:


1. Zeyd b. Hârise (r):

Cahiliye döneminde evine baskın yapılarak esir alınmış daha sonra da Mekke’de Ukaz panayırına getirilerek satılığa çıkarılmış, Hz. Hatice’de onu satın alarak Resulullah’a hediye etmiştir. Daha sonra Zeyd’in babası onun Mekke’de olduğu haberini almış, fidyesini alarak oğlunu geri almaya gelmiştir. Hz. Peygamber’i sorarak yanına varmışlar. "Ey Muttalib’in oğlu! Ey kavmin efendisinin oğlu! Siz Allah’ın şerefli Harem’inin civarında kalan kimselersiniz. Siz sıkıntı içinde olanları kurtarır, esirleri doyurursunuz. Biz sana, senin yanındaki çocuğumuz için geldik, bize lutfet ve ihsan et. Takdim edeceğimiz fidyesini kabul buyur" dediler. Resulullah, "O kim?" buyurdu. Zeyd b. Hârise dediler. Bunun üzerine: "Haydin çağırın onu da muhayyer bırakın. Eğer sizi tercih ederse, fidyesiz sizin olsun; yok eğer beni tercih ederse, vallahi ben, beni tercih edene karşı fidyeyi tercih etmem" buyurdu.

Bunun üzerine Zeyd b. Hârise’yi çağırdılar. Resulullah (sav): "Bunları tanıyor musun?" buyurdu. Zeyd: "Evet şu babam, şu amcam" dedi. Resulullah: "Ben de bildiğinim, sana olan davranışımı ve arkadaşlığımı gördün. Şimdi ya beni tercih et, ya onları" Zeyd dedi ki: "Ben sana karşı kimseyi tercih edemem. Sen benim hem babam, hem de amcam yerinesin." Buna karşı babası ve amcası: "Yazık sana ey Zeyd! Köleliği hürriyete, babana, amcana ve diğer yakınlarına tercih mi ediyorsun?" dediler. Zeyd de: "Ben bu Zat’tan öyle şeyler gördüm ki, ona karşı hiçbir kimseyi tercih edemem." diye cevap verdi. Resûlullah bunu görünce, onu Hicr denen yere çıkararak şöyle buyurdu: "Şahid olun Zeyd benim oğlumdur. Bana vâris olacak, ben de ona vâris olacağım." Bunu görünce babası ile amcasının da gönülleri hoş oldu, memnun olarak dönüp gittiler.
Hz. işe’den gelen bir rivayette şöyle denmektedir: "Bir defasında Zeyd b. Hârise Medine’ye geldiğinde bizi ziyarete geldi. Resulullah benim odamdaydı. Kapıyı çaldığında Resulullah kalkıp kapıyı açtı, ona sarıldı ve onu öpüverdi."

Başka bir rivayette Hz. Peygamber onunla ilgili olarak şöyle demiştir: "O, (Zeyd) gerçekten kumandanlığa layıktır. Ve gerçekten O, en çok sevdiklerimdendir."

İbn-i Ömer de şöyle demiştir: "Babam Ömer (r), Üsâme’ye benden daha fazla maaş bağladığında, kendisine bunun sebebini sordum da şöyle dedi: ‘O, Resulullah’a senden daha fazla sevgili idi, babası da Resulullah yanında senin babandan daha sevgiliydi.’ " dedi.

Bunlardan da açık bir şekilde anlaşılmaktadır ki, Zeyd ile Hz. Peygamber arasında sıkı bir sevgi bağı bulunmaktadır. Öyle bir sevgi bağı ki, baba-ana, akraba-memleket sevgisini tercih ettirecek bir sevgi bağlılığı... İşte Zeyd b. Harise böyle bir kimsedir.


2. Zeynep binti Cahş (r):

Allah Resulü’nün halasının kızıdır. Gayet asil, ince ruhlu ve iç derinliğine sahip bir hanımdı. Yakın akrabası olması hasebiyle Hz. Peygamber’in çok iyi bildiği ve tanıdığı birisi idi. Evlilik çağı gelince de onu, evlatlığı Zeyd’e istemişti. Onun ailesi ilk önceleri böyle bir teklif karşısında biraz tereddüt gösterince, bunun üzerine şu âyet nâzil olmuştur: "Bununla beraber Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, gerek mümin bir erkek ve gerekse mümin bir kadın için, o işlerinde başka bir tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve Resulü’ne karşı gelirse, açık bir sapıklık etmiş olur." (33, Ahzâb:36).

Neticede hem ailesi, hem de kendisi teklifi kabul etmişlerdir. Onlar kızlarını Resulullah’a vermek istiyorlardı. İstenen kişi başkası olunca, başlangıçta haklı olarak bir tereddüde kapıldılar. Daha sonra da Zeyd’le nikahları kıyılmış oldu. Ancak bu evlilik kısa sürmüş, sonunda boşanmak mecburiyetinde kalmışlardır.

Resulullah’ın bununla olan evliliği, bir kısım kimseler tarafından serrişte edilmiş, hakkında ileri geri konuşulmuştur. Tabii bunu yapanlar bir kısım münafık veya inançsız kimselerdir.

Kur’ân-ı Kerîm bu evlilikle alâkalı şu malûmatı vermektedir: "Allah’ın nimet verdiği, senin de nimetlendirdiğin kimseye: ‘Eşini bırakma, Allah’tan sakın’, diyor, Allah’ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun; oysa asıl kendisinden korkulması gereken Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince, Biz, onu sana nikahladık ki, (bundan böyle) evlatlıkları, hanımlarıyla ilişkilerini kestikleri zaman, o kadınlarla evlenmek hususunda müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir." (33, Ahzâb:37).

Allah’ın kendisine İslâm nimetini verdiği ve Hz. Peygamber’in âzad ederek hürriyetine
kavuşturmak suretiyle lütufta bulunduğu kimse, Zeyd’dir (r). Burada bunun, bu niteliklerle nitelenmesi, nimetin değer ve şükrünü bilecek güzel niteliklere sahip olduğunu tescil ile, gönüldekini kendisine olduğu gibi söylemek için çekinecek bir taraf olmadığına bir dikkat çekmektir. Yani senin, böyle senden nimet görmüş bir kimseye karşı çekinmene hiçbir sebep yokken diyordun ki: "Eşini bırakma, kendi yanında tut." Yani Zeyneb’i boşama.

Yukarıda da bir nebze değindiğimiz gibi Zeynep (r), asil bir aileye mensup, soylu ve gayet ince ruhlu bir kadındı. Zeyd’i kölelikten azad edilmiş olduğundan dolayı kendine denk sayamamış, ona varmak istememişti. Bu evliliğe yalnızca Allah Resulü istediği için ‘evet’ demişti. Ancak Zeyd’e bir türlü kalbi ısınmamış, devamlı bir huzursuzluk içerisindeydi. Zaman zaman da Zeyd’e (r) karşı kendi üstünlüğünü söylemekten geri durmuyordu. Gerçekten her iki taraf da böyle bir evlilikten mutlu görünmüyorlardı. Durum Resûlullah’a intikal ettiriliyor, ancak o hep sabır tavsiye edip, ayrılmalarını istemiyordu. Ve ona şu tavsiyeyi yapıyordu: "Hanımını yanında tut ve Allah’tan kork." Yani kadını boşamanın, önemsiz bir mesele olmadığını, Allah katında sorumluluk getiren bir iş olduğunu düşün. Çünkü "Allah katında helallerin en çirkini, boşamadır."

Ayetin devamında: "Allah’ın açığavuracağı şeyi içinde gizliyordun. İnsanlardan çekiniyordun. Halbuki Allah, kendisinden korkmana daha çok lâyıktır."

Allah Resûlü, Cenâb-ı Hakk’ın bildirmesiyle, bir gün Zeyneb (r)’in kendi hanımı olacağını biliyordu. Ancak bunu, açıklama emri olmadığı için gizliyordu. Yoksa böyle açık bir emir olsaydı, onu uygulama ve bu emre uymada asla tereddüt göstermez, onu tehir etmeyi aklından dahi geçirmezdi. Sonuç ne olursa olsun onu açıklardı. Fakat Resûlullah içinde hissettiği bir ilhamla karşı karşıya idi. Onu açığa vurmak ve insanlara bildirmek istemiyordu. Bu durum, Allah’ın bu işi açığa vurmasına kadar devam etti.

Bu durumu açıklamak Resûlullah’a o kadar zor gelmişti ki, bununla ilgili olarak Hz. işe validemizin şu sözü nakledilmektedir: "Eğer Allah Resulü kendisine gelen vahiyden bir şey gizleseydi, işte bu evlilikle ilgili olan âyeti gizlerdi."

Böyle bir durum da, peygamberliğin ağır yüklerinden biri oluyordu. Ancak Resulullah, diğer vazifeleri yanında bunu da yüklenmiş ve böyle bir durumu asla hoş karşılamayan, o günkü topluma karşı çıkmış, tevhid akidesini haykırmaktan, putları yermekten ve atalarının hatalarını söylemekten çekinmeyen Hz. Peygamber, bu konuda kavmiyle karşılaşmakta tereddüt göstermişti.

Konuyla ilgili tereddüdünün kaynağı ictihadîdir. Ve bizim inancımıza göre Peygamberimiz’in bu tereddüdü bu olayın Müslüman çevrelerde ve Araplar içinde ne denli büyük yankılar yapacağını, etkisinin nereye kadar varacağını düşünmesinden kaynaklanmıştır. Allah Resulü, bu tereddüdünde ısrar etmemiş, kısa bir zamanda bu tereddütleri yenmiş ve vahyin gereğini yerine getirmiştir. Ayetlerde gelen İlâhî ikaz, sadece içtihâdî olarak düştüğü bu tereddüt anı ile ilgilidir. Kişisel bir psikolojinin etkisidir. Ve bu tür bir tereddüt, Allah’ın ilminde ve ölçüsünde daha iyi olmanın karşısında yer alır. (Yani, İlâhî kriterlere göre Peygamber (sav), bu tereddüdü göstermemeliydi. Ayetlerden aldığı işaretle harekete geçmeliydi.)

Evet Zeynep’le evlenme çok ağır gelmişti. Ancak bunu reddetmek mümkün değildi. Çünkü bu evliliğin nikahı, bizzat Yüce Yaratıcı tarafından kıyılmış, buna melekler de şahitlik yapmışlardı.

Life and People