Revizyon İle Organize Matbaacılık Brnckvvtmllttrhaberi

Merakla beklenen yarışma başladı.

Bu yarışmayı r10 belediyesi büyük bir merakla bekliyordu.

Revizyon İle Organize Matbaacılık Brnckvvtmllttrhaberi seo yarışması başladı.

Sitemize bekliyoruz.

Teşekkürler.

Alak Süresi


Alak suresi (Arapça: سورة العلق)

Kur'an-ı Kerim'in 96. suresi.

19 ayetten oluşmaktadır. Mekke'de inmiştir. İslam peygamberine ilk inen ayetler bu surenin ilk ayetleridir. Ünlü, 'Yaradan Rabbi'nin adıyla oku' cümlesi bu surenin ilk ayetidir.

Bu sure, Kuran'ın ilk ayetlerini içeren süre olmasının ve insanı okumaya ve öğrenmeye teşvik etmesinin yanında, başka özellikler de içerir. Örneğin, insanın anne karnındaki oluşum süreçlerinden birisinden, yani rahim duvarına asılı duran halinden, bahsetmektedir ki bu durum günümüzde yeni ortaya çıkmıştır.

Bir diğer husus da namaz kılanı engelleyen kişiyi tasvir ederken kullanılan "yalancı, günahkar alnından" ifadesidir. Son yıllarda seri katiller gibi büyük suç işleyenler üzerinde yapılan beyin araştırmalarında, suçluların özellikle beyinlerinin ön bölümünde (dürtü ve karar almayla ilgili bölüm, Orbitofrontal cortex) yoğun bir aktivite görülmüş ve insan beyninin kötülükle ilgili bölümünün beynin ön tarafında yani alın bölgesinde olduğu saptanmıştır. Sure, bu açıdan da önemli bir bilgi içermektedir.

Hirsizlik İle İlgili Ayetler

Merhabalar Değerli Ziyaretçilerimiz ;

Bu yazımızda sizlere Hırsızlık ile ilgili ayetler 'den bahsedeceğiz.

Hırsızlık ile ilgili Kur'anda toplam 6 ay mevcuttur.

İşte bu ayetler...

5:38 - Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah'dan bir ceza olarak ellerini kesin. Allah daima üstündür, hikmet sahibidir.

12:70 - Sonra onların bütün hazırlıklarını görünce, su kabını kardeşinin yükünün içine koydu. Sonra bir tellal şöyle bağırdı: "Hey kervan! Siz hırsızsınız, hırsız!"

12:73 - "Allah'a yemin ederiz ki," dediler, "Muhakkak siz de anlamışsınızdır ya, biz buraya fesat çıkarmak için gelmedik. Biz hırsız da değiliz."

12:77 - Dediler ki: "Eğer o çalmışsa, daha önce bunun kardeşi de çalmıştı". O vakit Yusuf bunu içine attı, onlara hiç belli etmeden: "Siz çok fena bir mevkidesiniz, ne sıfat verdiğinizi Allah çok iyi biliyor" dedi.

12:81 - "Siz dönün de babanıza deyin ki: Ey babamız! İnan ki, oğlun hırsızlık yaptı. Biz ancak bildiğimize şahitlik ediyoruz. Yoksa gaybın bekçileri değiliz."

60:12 - Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana gelip Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri, iyi bir işte sana karşı gelmemeleri hususunda sana bey'at ederlerse onların bey'atlarını al ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

Guslün Farzlari, Guslün Sünnetleri

Guslün Farzları:

1. Ağza su alıp boğaza kadar çalkalamak.

2. Burna su çekip yıkamak.

3. Bütün vücudu ıslanmayan yer kalmayacak şekilde yıkamak.

Guslün sünnetleri:

1. Gusle niyet etmek.

2. Besmele ile başlamak.

3. Bedenin bir tarafında pislik varsa onu önceden güzelce temizlemek.

4. Avret yerini yıkamak

5. Gusülden evvel abdest almak.

6. Bedenine üç defa su dökmek ve suyu bedenin her tarafına ulaştırmak.

7. Su dökünmeye baştan başlamak, sonra sağ omzuna, sonra sol omzuna dökmek ilk defa döktüğü zaman bedeni ovmak ve suyu bedenin her tarafına ulaştırmak.

8. Ayağının olduğu yere su birikirse, abdest aldığı zaman ayak yıkamasını sonraya bırakmak.

Kaynak: Büyük İslam İlmihâli, Ömer Nasuhi Bilmen

Gusül Abdesti, Boy Abdesti, Guslü Gerektiren Haller,

Gusül (Boy Abdesti)

Gasl, yıkamak demektir. Gusül ve iğtisal da, yıkanma anlamını taşır. Din deyiminde gusül: Bütün bedenin yıkanmasıdır, boy abdesti alınmasıdır. Buna taharet-i kübra (büyük temizlik) denir. Böyle bir temizliği gerektiren hal cünüplüktür. Ayrıca kadınların hayız ve nifas kanlarının sona ermesidir. Cünüplük hali ise, aşağıda açıklanacağı üzere, şehvetle meninin atılmasından ve cinsel ilişkiden meydana gelir.

Guslü Gerektiren Haller:

a. Cünüplük: Cinsî münasebet, ihtilam ve ne şekilde olursa olsun meninin vücut dışına çıkması boy abdestini gerektirir.

b. Hayız ve Nifas (Lohusalık): Hayız ve nifas hali sona erince gusül farz olur.

Şehvetle yerinden ayrılan ve şehvetle dışarıya atılan bir meniden dolayı gusletmek gerekir. Şehvetle yerinden aynlıp, şehvet kesildikten sonra dışarıya atılan meniden dolayı da, İmamı Azam ile İmam Muhammed'e göre, gusletmek gerekir. Fakat İmam Ebu Yusuf'a göre gusül gerekmez.

Rüyada şehvetle ayrılan bir meninin, şehvet kesildikten sonra dışarıya akıtılmasını sağlamak için tenasül organını tutmak ve sonra dışarıya akıtmakta, misafir ve soğukta bulunanlar için İmam Ebu Yusuf görüşünü seçmekte kolaylık vardır. Bu yönden bu görüşün tercih edilmesini uygun görenler vardır. Bakmak ve dokunmak suretiyle şehvetle gelen meniden dolayı da gusletmek gerekir.

Cinsel ilişki halinde sünnet yerinin veya o kadar bir kısmın duhulü ile, buluğ çağına ermiş erkek ve kadının gusletmeleri gerekir. Meninin gelip gelmemesine bakılmaz. Bunlardan yalnız biri buluğ çağına ermiş ise sadece ona gusül gerekir, diğerine gerekmez. Ancak buluğ çağına yaklaşmış bir devrede ise, yıkanmadan namaz kılmasına izin verilmez. Namaza devam için taharette tedbirli olmak lazımdır. Bu ve buna benzer hangi haller olursa olsun ihtiyat olan yol gusletmek suretiyle şüpheli hallerden sakınmaktır.

Uykudan uyanan kimse, yatağında, çamaşırında veya bedeninde bir yaşlık görünce bakılır: Eğer rüyada cinsel ilişkide bulunduğunu hatırlıyorsa, gusletmesi gerekir. Yaşlığın meni olup olmamasında şüpheye düşmesi bir önem taşımaz. Ancak ihtilam olduğunu hatırlamadığı takdirde, yaşlığın mahiyetinin ne olduğu üzerinde durulmaz ve gusül gerekmez. Çünkü akıntının şehvetle geldiği bilinmemektedir. Bu mesele İmam Ebû Yusuf'a göredir, İmamı Azam ile İmam Muhammed'e göre, gelen akıntının mezi olduğunu anlıyorsa, gusl etmesi gerekmez. Fakat meni olduğunu biliyor veya şübheye kapılıyorsa, gusletmesi gerekir. İhtiyata uygun olan da budur. Onun için fetva buna göredir.

Yatağından uyanıp kalkan kimse, ihtilam olduğunu hatırladığı halde, tenasül organında bir yaşlık görse gusletmesi gerekir. Ayakta veya oturduğu yerde uyuyan kimse, uyanıp da bu organında bir yaşlık görse, bakılır: Eğer bu yaşlığın meni olduğuna kanaati varsa veya uyumadan önce bu organı hareketsiz bir halde idi ise, gusletmesi gerekir. Fakat böyle bir kanaati yoksa ve tenasül organı da önceden uyanık durumda idi ise, gusletmesi gerekmez. Bulunan yaşlığın mezi olduğuna hükmedilir. Çünkü organın uyanık olması, mezinin çıkmasına sebeb olur.

Sarhoş veya bayılmış olan bir kimse uykusundan uyanıp da, kendisinde meni bulacak olsa, gusletmesi gerekir. Mezi bulacak olsa yıkanması gerekmez.

İdrarını yaparken, tenasül organı uyanık olduğu halde meni gelse, yıkanması gerekir. Organ uyanık olmayınca; gusletmek gerekmez, çünkü uyanıklık şehvetin bulunmasına delildir.

Bir erkek veya bir kadın rüyada ihtilam olsa da, meni dışarıya çıkmış olmasa, yıkanmak gerekmez. İmam Muhammed'e göre, böyle bir kadının ihtiyat olarak yıkanması gerekir. Çünkü kadından çıkacak bir sıvının yine ona dönmesi ihtimali vardır.

İhtilam olan veya cinsel ilişkide bulunan bir kimse, idrarını yapmadan veya çokça yürümeden veya yatıp uyumadan yıkansa da, sonra kendisinden meninin arta kalan kısmı çıkacak olsa, ikinci kez yıkanması gerekir. Fakat idrarını yaptıktan veya epeyce yürüdükten veya uyuduktan sonra şehvetsiz olarak gelecek meni guslü gerektirmez. Çünkü bu durumda o meni, yerinden, şehvet olmaksızın ayrılmış bulunur. Yine bir kadından, yıkandıktan sonra, kocasının menisi çıkacak olsa, tekrar gusletmesi gerekmez.

Bir yatakta yatıp uyuyan iki kimse, uyandıkları zaman ihtilam olduklarını hatırlamayarak yatakta meni gibi bir yaşlık görseler veya kurumuş meni görüp de o yatakta kendilerinden önce başka bir kimse yatmış olsa bu durumda meninin kime ait olduğu bilinmese, her ikisinin de ihtiyaten yıkanması gerekir.

Şehvet olmayıp da döğülmeden, ağır bir yük kaldırmadan ve yüksek bir yerden düşmeden dolayı meni gelmesiyle gusül gerekmez.
(İmam Şafî'ye göre bu hallerde de gusül gerekir.)

Yerinden şehvetle ayrılan bir meni, bedenin dışına veya dış hükmünde olan yere çıkmadıkça gusül gerekmez.

Bakire bir kızın bekaretini yok etmemek sureti ile yapılan bir ilişkide meni gelmeyince gusül gerekmez; çünkü bekaret, sünnet yerine kadar duhule engel olmuş demektir.

Cünüplük, hayız veya nefselik (loğusalık) halinde iken, gayrimüslim bir kadın veya gayrimüslim bir erkek ihtida etse, gusletmesi farz olur. Hayız veya nefseliği son bulmuş olsa da, yıkanmamış bulunsa, yine gusül gerekir. Fakat yıkanmış bulunan veya henüz cünüplük, hayız ve nefselik haline düşmemiş olan erkek veya kadın gayrimüslim ihtida etse, yıkanması mendub olur.

Gusül Nasıl Yapılır:

Gusletmek isteyen bir kimse önce besmele okur ve : "Niyet ettim Allah rızası için gusletmeye" diye niyet eder. Elleri bileklere kadar yıkadıktan sonra edep yerlerini temizler. Bundan sonra sağ avucuyla ağzına üç kere su alır ve her defasında ağzını boğazına kadar gargara şeklinde çalkalar. Oruçlu ise boğazına su kaçmamasına dikkat eder. Sağ avucuyla burnuna, genzine kadar üç defa su çeker, her defasında sol eliyle burnunu temizler. Bundan sonra tıpkı namaz abdesti gibi abdest alır.

Abdest aldıktan sonra önce başına, sonra sağ, daha sonra da sol omuza üçer defa su döker ve vücudunu yıkar. Suyu her döküşte elleriyle vücudunu iyice ovuşturur. İğne ucu kadar kuru yer kalmaksızın vücudun her tarafını güzelce yıkar. Gusülde bıyık, saç ve sakal diplerine suyun iyice işlemesi için ovuşturulur. Göbek boşluğu, küpe delikleri dikkat edilerek yıkanır. Böylece gusül abdesti almış oluruz.


Dinimizde İsimlerin Anlamlari

Bazı erkek isimleri ve anlamları


Alican- Cana yakın, kanı sıcak, candan
Alperen- Hem din adamı hem komutan olan yiğit.
Aykut- Armağan, mükâfat, ödül.
Bahadır- Yiğit, cesur, kahraman
Can- Ruh, Aziz, sevgili. Gönül.
Cüneyt- Küçük asker, askercik
Cevdet- Güzel, kusursuz, cömert, olgun.
Cübeyr- Küçük kahraman, küçük yiğit
Enes- İnsan, yakınlık, dostluk
Enver- Çok nurlu, çok ışklı, çok parlak, çok güzel
Ertuğrul- Temiz, yürekli, doğru insan.
Emre- Aşık, dost, abi. Beylerbeyi.
Eyüp- Tövbe eden, hatalarına pişman olan
Fatin- Zeki, anlayışlı.
Furkan- İyi ile kötü, doğru ile yanlış arasındaki farkı gösteren
Faruk- Hak ile batılı ayıran.
Habbab- Seven, sevgili, dost.
Halil- Dost, sevgili, samimi dost, içten arkadaş.
Hamza- Arslan, heybetli, azametli.
Hasan- Güzel, iyi, hoş.
Haydar- Arslan, cesur, yiğit, kahraman.
Huzeyfe- Küçük testici, çömlekçi çırağı.
Hüseyin- Küçük güzel.
Mirkelam- Kibar konuşan, hoş sohbet, sohbet adamı.
Mustafa- Saf hale getirilmiş, süzülmüş, güzide.
Oğuz- Doğru, sağlam, güçlü, genç.
Ömer- Diri, canlı, yaşayan hayat süren
Ramiz- İşaret koyan, işaretle konuşan.
Reha- Kurtuluş, halas.
Safa- Saf, berrak, temiz, kedersiz, gönlü şen.
Saffan- Saf, halis.
Vecdi- İlahi aşka dalan. vecde gelen. kendinden geçen
Yahya- Canlı, hayat süren

Bazı kız isimleri ve anlamları

Amine- Korkusuz
Ayfer- Ay ışığı.
Afitab- Güneş ışığı.
Aişe- Bolluk içinde rahat yaşayan.
Asuman- Gök, gökkubbe, sema
Banu- Ev kadını.
Berire- İhsan sahibi, sadık.
Betül- Erkeklerden çekinen, ibadete düşkün, namuslu ve çok temiz kadın. Hazreti Fâtıma ve Hazreti Meryem'in ünvanı.
Büşrâ- Müjde, sevinç, hayırlı haber, acele, çabuk.
Beyza- Çok beyaz, çok temiz, parlak
Cânân- Sevgili, dilber, gönül verilen. Tasavvufta Allah.
Ceyda- Yararlı, herkese iyilik yapan.
Dilara- Gönül alıcı, sevgili.
Elif- Arap alfabesinin ilk harfi, dost, tanıdık.
Fatıma- Kendisi ve nesli Cehennem ateşinden kesilmiş
Gülendam- Gül gibi ince, uzun güzel vücutlu.
Gülbanu- Gül hanım
Hasna- Çok güzel kadın.
Hümeyra- Küçük kırmızı. Hazreti Aişenin ünvanı.
İclal- Saygı ve büyüklük gösteren, ikram eden
Kübra- En büyük en azametli.
Mahpeyker- Ay yüzlü parlak ve nur yüzlü.
Mehpare- Ay parçası.
Meryem- Dinine bağlı.
Merve- Kâbe yakınındaki küçük bir tepe
Neslihan- Padişah soyundan gelen.
Nihal- Fidan, genç. Fidan gibi ince yapılı
Nihan- Gizli, sır, örtünmesi gerekli yerleri örten.
Nilüfer- Bir su bitkisi.
Nurbanu- Işıklı hanım, nurlu hanım.
Nurhayat- Mutlu yaşam.
Rana Güzel, hoş görünen.
Rumeysa Büyük yıldız.
Rüveyda- Hoş, ince, nazik.
Sena- Övme, methetme.
Şeyma- Bedeninde ben, alemet olan
Tuba- Cennet ağacı
Zehra- Yüzü beyaz ve parlak, nurani yüzlü

Dinimizde İsim Koyma

Merhabalar Değerli Ziyaretçilerimiz ;

Bugün sizlere Dinimizde İsim Koyma konusundan bahsedeceğiz.

Biz, herhangi bir şeyi birbirinden ayırmak, tanımak veyahut zihne getirmek için canlı-cansız her şeye bir isim koyarız. Bu şekilde eşya ve hadiseleri hem tanımış, hem de birbirinden ayırmış oluruz. İlk insan Hz. Adem ve Havva örneğinde olduğu gibi insanlar, birbirlerini tanımak için de birbirlerine isimler koymuşlardır. Koca bir ömür boyu taşınan ve insanla adeta bütünleşen isim, çok önemlidir. Hayatın her sahasında giren dinimizin bu sahayı boş bırakması elbette düşünülemez.

Allah Rasulü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) tavsiyeleri içerisinde, çocuğa manası düzgün güzel bir isim koymak anne-babanın ilk vazifelerinden birisidir.

Peygamber Efendimiz, “Peygamberlerin isimleri ile isimleniniz. Ayrıca Allah nezdinde isimlerin en sevimlisi Abdullah ve Aburrahman’dır. İsimlerin en doğrusu Hâris (kâr getiren, ahireti kazanan) ve Hümâm (himmetli, azimli)dir. En çirkini de Harp (savaş, şiddet) ve Mürre (cimrilik, acı) isimleridir” (Müsned, 4/35) buyurarak çocuklara isim vermenin ehemmiyetini dile getirmiştir. Ayrıca "Sizler kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız öyleyse isimlerinizi güzel yapın" (Ebu Dâvud, Edeb 69) hadisi de çocuklara güzel isim koymanın ne kadar önemli olduğunu ifade etmesi açısından dikkat çekicidir.


Bu hadisten anlaşıldığına göre Efendimiz’in çocuklara güzel isimler verilmesini tavsiye ettiği ve çirkin isimleri ise istemediği anlaşılıyor. Nebiler Serveri’nin hayatına baktığımızda çevresinde bulunan ve isimleri güzel olmayan kişilerin isimlerini değiştirdiğini görüyoruz. Mesela “Âsiye” (isyan eden) veya savaş ve düşmanlık ifade eden isimleri kaldırıp yerine “Cemile” (güzel) ismini koymuştur. (Müslim, Âdâb, 14; Ebu Davud, Edeb, 66) Mesela hepimizin ismini çok duyduğu meşhur hadis ravisi Hz. Ebu Hureyre’nin ismi önceleri Abdüşşems’tir. Allah Rasulü “İnsan ayın, güneşin kulu olamaz;sen Abdurrahmân’sın”
diyerek, Ebu Hureyre’nin adını “Abdurrahman” olarak değiştirmiştir.

Halkımız arasında çocuklara konacak isimlerin mutlaka Kur’an geçmesi gibi yanlış bir inanış var. Yukarıdaki hadislerden de anlaşıldığına göre Efendimiz, güzel ve anlamlı isimler koymamızı tavsiye ediyor. Bir ismin güzel olması için mutlaka Kur’an-ı Kerim'de olması gerekmez. Nitekim Kur’an’da geçen her ismi, orada geçtiği için çocuğa isim olarak koymak yanlış olur. Çünkü Kur’an’da güzel isimlerin yanında şeytan, iblis, Karun, Haman, Ebu Leheb.. gibi isimler de vardır. Mesela günümüzde kız çocuklarına yaygınca olarak verilen “aleyna” diye bir isim var. Manasına bakılmaksızın kulağa hoş geliyor, ayrıca Kur’an’da da geçiyor diye bu ismi kız çocuklarına veriliyor. Halbuki “aleyna” kelimesi “bizim üzerimize” veya “bizim üzerimize olsun” anlamlarına gelen bir ifadedir. Şimdi Kur’an’da geçiyor diye çocuklara böyle çok da bir mana ifade etmeyen isimlerin verilmesi doğru olmasa gerek. O yüzden düşündüğümüz ismi çocuğumuza vermeden önce bir bilene danışmakta fayda var.

Abes Nedir

Merhabalar Saygıdeğer Ziyaretçilerimiz ;

Bugünkü yazımızda sizlere Abes Nedir konusundan bahsedeceğiz.

Abes Nedir ?

Boş, faydasız şey.

Namazda abes hareketler mekruhtur. Elbise ile oynamak gibi. Namazda faydalı hareketin meselâ eli ile alnındaki teri silmenin zararı olmaz. Pantolonun tozunu silkmek, mekruhtur. Kaşınmak abes değilse de, bir rüknde, eli üç kere kaldırmak, namazı bozar. (İbn-i Âbidîn)

Abesle meşgul olmak insanı lehv ve la'ba (oyun ve eğlenceye) sürükler. Bâzı lüzumsuz şeyler insanın abes işlere dalmasına sebeb olur. (Murâd-ı Münzâvî)

Salih Amel Nedir, Salih Ameller

Merhabalar Sayın Ziyaretçilerimiz ;

Bugün sizlere "Salih Amel Nedir, Salih Ameller" başlığı altında birtakım şeylerden bahsedeceğiz.

Salih Amel , İyi, güzel, faydalı, sevaba ve Allah'ın rızasına sebep olacak, haram sınırına girmeksizin kişinin iman, iyi bir niyet ve ihlâs ile yapmış olduğu davranışlar.

"Amel", iş manasına gelir. "salih" ise, elverişli, yararlı, yarayışlı demektir. Dolayısıyla amel-i salih; kişiye ahiret saadetini sağlamaya, Allah'ın rızasını kazanmaya elverişli olan, Allah katında bir değer ifade eden davranışlardır.

İmanı kuvvetlendiren, sağlamlaştıran, onu çepeçevre sararak koruyan salih amellerdir. Amel-i sâlih Kur'an-ı Kerîm'de doksan küsür yerde doğrudan doğruya veya dolayı olarak emredilmiştir. Sâlih amelden sözeden ayetler genellikle, önce imana değinerek başlarlar. Bunların hep "İman edip salih amel isleyenler..." şeklinde oldukları görülmektedir. Bu da iman ile amelin, bir bütünün ayrılmaz parçaları olduğunu ortaya koyar. iman olmadan güzel davranışların hiçbir önemi olmadığı gibi, salih amel olmadan da kuru bir imanın tadı yoktur.

Bir müslümanın imanını salih amellerle bütünleştirmesi, dünya ve ahiret hayatına bağlı olarak bütün davranışlarını güzelleştirmesi gerekir. İslam'ın müminlerden istediği iman ve salih amel budur. Nitekim Cenâb-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de kurtuluşa erebilecek kimseleri şöyle tanıtıyor: "Asr'a yemin olsun ki hiç şüphesiz insan hüsrandadır. Ancak iman edip salih amel işleyenler birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna." (el-Asr, 103/1-3). "Muhakkak ki iman edip salih amel işleyenler, yaratıkların en hayırlısıdırlar." (el-Beyyine, 98/7). Bu ayetlerden anlaşıldığı gibi imanın yanında mutlaka salih amel gerekir. Bu da İslâm'ın bütün emir ve yasaklarının yeryüzünde uygulanması, insanların hayatına hakim kılınması için gereken amelî ve sözlü tebliğdir. Allah'ın emirlerini uygulayıp, bunları kendi nefislerinde yaşayarak toplumda yerleşmesi için çalışmak amel-i salihtir. En hayırlı yaratık olmanın şartı budur. Kur'an-ı Kerîm'de salih amel'den söz eden bütün ayetlerde hemen hemen önce imandan söz edilmektedir.

"Kadın, erkek iman etmiş olarak kim salih amel islerse ona güzel bir hayat yaşatacağız. Ecirlerini yaptıklarından daha güzeli ile ödeyeceğiz. " (en-Nahl, 16/97).
"İşte o gün hükümranlık Allah'ındır, O. aralarında hükmeder. İnanıp salih amel isleyenler, en güzel Cennetlerdedir." (el-Hacc, 22/56).
"İman edip salih amel işleyenlerin kötülüklerini örteriz. Onları yaptıklarından daha güzeli ile mükâfatlandırırız." (el-Ankebût, 29/7).
"İman edip salih amel isleyenleri iyilerin arasına koyarız. " (el-Ankebût, 29/9).

Amel-i salih ister istemez ihlâsı çağrıştırır, işin salih olması ancak Allah rızasının mutlaka gözetilmesi ile gerçekleşir. Amel, Allah rızası için olacak ve insan bu amelinin karşılığını yalnız Allah'tan isteyip yalnız ondan bekleyecektir. İnsanların hoşnutluğunu ve beğenisini kazanmak için yapılan ameller asla amel-i salih değildir. Zira buradaki niyet bozukluğu insanı ihlâssızlığa ve riyaya götürür. Riya ile yapılan amellere ise Cenâb-ı Hak iltifat etmez ve karşılığını da vermez.

Amel-i salih, Allah'ın rızası gözetilerek yapılmış bir amel olursa kişinin duasının kabul olunmasına sebep ve vesile olabilir. İnsan sıkıntı anlarında daha önceden yapmış olduğu salih bir amelden dolayı Allah'ın izniyle sıkıntıdan kurtulabilir.

Bu hususta müttefekun aleyh olarak nakledilen hadis meşhurdur. Pek uzun olan bu hadiste kısaca şu olay anlatılır: "Üç kişi yağmurdan korunmak için bir mağaraya girerler ve mağaranın ağzına bir taş yuvarlanıp mağaranın kapısı kapanır. Duadan başka çareleri yoktur. Onlardan birisi anne-babasına hürmette en ufak bir kusurda bulunmadığını, diğeri çalıştırdığı işçinin hakkına son derece riayet ettiğini ve kendi uhdesinde kalmış olan işçinin hakkını yine onun namına çalıştırıp büyük bir meblağ:olarak yıllar sonra ona verdiğini, öbürü ise her türlü imkân ve uygun bir ortam mevcut olduğu hâlde zina etmediğini, bütün bunları da sadece Allah rızası için yaptıklarını söyleyerek o sıkıntının giderilmesini dilerler. Sonunda Allah'ın izniyle tas yuvarlanır gider ve onlar da kurtulur" (Buhârî, Edeb, 5; Müslim, Zikir, 100). Burada bizler için ibretler mevcuttur: Kişi sıkıntıya düşebilir. O anlarda Allah'a dua ederken zikretmesi gereken amel-i salihi bulunmalı, o güne kadar kişi, amel defterine bu türden ameller kaydettirmelidir. İhlâsla yapılan amel, inciye benzer. Ne kadar küçük olursa olsun o yine de çok kıymetlidir.

Allah, kendisine ulaşmamız için vesileler aramamızı emreder (el-Mâide, 5/35). "Vesile" kelimesinin akla getirdiği mana ise Allah'ı razı edecek amel vb. dir. (İbn Kesîr, Tefsir, II, 563).

Bu arada hayırlı evlâd da amel-i salih cümlesinden sayılmıştır. Hayırlı evlâd yetiştirmek zamanımızda müslümanlar için hayli önem arzeden bir meseledir. Resulullah (s.a.s.): "İnsan ölünce ameli kesilir (amel defteri kapanır). Ancak üç şey müstesna (onlar yazılmaya devam eder): Sadakayı cariye (insanların uzun zaman istifade ettiği çeşme, yol, köprü, hastahane, cami...), kendisinden istifade olunan ilim (kitap vb.), kendisine duacı olan salih evlâd" buyurmuştur (Ebû Dâvud, Vesâyâ; 14; İbn Mâce, Mukaddime; 20). Evlâtların, amel-i salih olacak şekilde yetiştirilip ardımızdan bizlere hayır dua eder bırakılması önemli görevlerimizdendir.

Bunun aksine, makbûl olmayan çocuklara "amel-i gayr-i salih" denilmiştir. Hz. Nûh (a.s.), kendisine isyan edip gemiye binmediği için sularda boğulan oğlunu tufandan sonra yeniden Allah'tan isteyince Allah'u Teâlâ cevaben "Ey Nûh, o, senin ailenden değildir. Çünkü o, amel-i gayri salih (salih olmayan bir amel-sahibidir..." (Hûd, 11/46) buyurdu.

Ameli salih, imanın tabii bir semeresidir. Eğer bir kalpte iman yerleşmiş ise, bu imanın gerektirdiği hareketler, yavaş yavaş ve kendiliğinden tezahür etmeye başlar. Bu kaçınılmazdır. Çünkü iman sadece dil ile ikrar edip monoton bir hayat tarzını benimsemek demek değil; bilâkis dil ile ikrarın yanında, müspet ve hareketli bir gerçekten ibarettir. Salih amelde, vicdanda yer eden imanın, vakit kaybetmeden kendini dış dünyaya açıklaması demektir. İslâm'da sözü edilen iman, işte bu şekilde salih amellerle tamamlanan bir imandır. Bu imanın pasif kalmaya asla tahammülü yoktur. Müminin içinden çıkıp dışına aksetmesi gerekir. Eğer bir iman, bu tabii hareketi sağlayamıyorsa, o ya sahtedir veya ölüdür. İman, güneşten uzak kapalı bir kutuda yetiştirilmeye çalışılan çiçek misali, sadece kişinin iç dünyasında gizlenip kalamaz. Böyle bir iman yok olmaya mahkûm veya ölüme terk edilmiş demektir. O. ancak salih ameller ile beslendikçe kuvvet kazanır ve hayat bulur.

Orhan ÇEKER, Şâmil İslam Ansiklopedisi

Meal Nedir, Meal Ne Demek

Merhabalar Saygıdeğer Dostlarımız ;

Bugün sizlerle "meal nedir, meal ne demek, meal ne demektir" sorularına cevap arayacağız.

Meal Nedir ? ( Türk Dil Kurumuna göre )

1. Anlam, kavram, mefhum
2. Ortaya çıkan şey, sonuç, netice.

Meal Nedir ? ( GENEL TANIM )

Her yönüyle aynen aktarılması mümkün olmayan bir sözün başka bir dile yaklaşık olarak çevirisidir. Özellikle Kur’an tercümeleri için kullanılmaktadır.

Selametle.

Kurban Fiyatlari 2009

Merhabalar Değerli Ziyaretçilerimiz ;

Bu sene kurban fiyatları ( 2009 ) %60'lara kadar arttı.

Haberimizin detayı :

Kurbanlık fiyatları artacak denildi üretici fiyatlara yüzde 60 zam yaptı. Böyle giderse kurbanlıklar elde kalacak!

Kurban Bayramı'na bir aydan az zaman kala hayvan pazarlarında hareketlilik hızlanırken, fiyatların geçen yıla göre yüzde 60'a varan oranlarda arttığı belirtildi.

Kasım ayı sonunda kutlanacak Kurban Bayramı için küçük ve büyük baş hayvanlar, pazarlara getirilmeye başlandı.

Bursa'nın merkez Yıldırım İlçe Belediyesi ve Bursa Kasaplar Odası'nın kurduğu İsabey Hayvan Pazarı'na genellikle Doğu ve Güneydoğu illerinden kamyonlarla getirilen hayvanlar, çadırlara indirilirken, vatandaşlar da bütçelerine uygun kurbanlığı bugünden aramaya başladı.

Kırmızı ette son aylarda yaşanan büyük artış, kurbanlık hayvanlarda da kendini gösterdi.

Küçük ve büyükbaş hayvanlarda yüzde 60'a ulaşan fiyat artışları, kurbanlık almayı planlayan vatandaşları yeniden planlama yapmaya yöneltti.

Geçen yıl 400-450 liradan satılan koçların 600 liraya çıktığı, 250-300 liradan satılan koyunların 400-500 aralığına ulaştığı pazarlarda, büyükbaş hayvanların yanına bile yaklaşılamıyor.

Geçen yıl Kurban Bayramı öncesinde 1200-1300 liradan satılan büyükbaş hayvanların 2 bin, 2 bin 600 ile 2 bin 700 liradan alıcı bulanların ise 4 bin liraya kadar yükseldiği pazarlara gelen vatandaşların, fiyatları düşürmek için sıkı pazarlık yapmaları gerekiyor.

Geçen yılın düve fiyatına, bu yıl koç alınıyor

Hayvan satıcıları, geçen yıl küçük bir düvenin 800 liradan satıldığını belirterek, "Bu yıl etine dolgun iyi bir koçun fiyatı da 800 lira oldu. Bu yıl bin 500 liranın altında büyükbaş bulmak neredeyse imkansız. Kurban Bayramı'nda hayvan başına ortak sayısı artacak" dedi.

Türkiye Kasaplar Federasyonu Başkan Yardımcısı Muhsin Yıldız, hayvan pazarlarına geçen yıla göre daha az hayvan geldiğini, bu azlığın fiyatları yükselttiğini söyledi.

Sadece İsabey Hayvan Pazarı'na gelen büyükbaş sayısının 9 binden 6 bine gerilediğini ifade eden Yıldız, "Hayvan az geliyor. Fiyatlarda da yüzde 60'a ulaşan oranlarda artışlar oldu. Bugünlerde yükseliş biraz durdu ancak yüzde 60'lık bir artış çok ciddi. Bir yıl önce hayvan sayısı bugüne oranla daha iyiydi. Girdi maliyetlerinin yükselmesi, sütün para etmemesi gibi etkenler yüzünden üreticiler damızlıkları kesime götürdü. Bu durum, ülkedeki hayvan sayısının azalmasına yol açtı. Az hayvana yüksek talep olunca da fiyatlar önlenemez şekilde yükseldi" dedi.

Pazarlarda küçükbaş hayvanların ortalama 400-600 lira arasında satıldığını belirten Yıldız, "Büyükbaş hayvanların fiyatları da oldukça yüksek. Vatandaşlar pazara geliyor, fiyat soruyor ve alıyor. Hareketlilik beklediğimizin de üzerinde. Satışların iyi olacağını düşünüyorum" diye konuştu.

Yıldız, geçen yıllarda birçok vatandaşın kurbanlığını son gün aldığını vurgulayarak, "Bu yıl son günü beklemek riskli olabilir. Hayvan sayısı zaten az. Son güne kadar daha azalması, fiyatları yükseltebilir. Bugünden bağlantıların yapılmasını öneriyoruz" dedi.

Münafik Nedir ?

Merhabalar Saygıdeğer Ziyaretçilerimiz ;

Bugünkü yazımızda sizlere münafık nedir konusunu, elimizden geldiği kadar anlatmaya çalışacağız.

Munafık Nedir ? ( Türk Dil Kurumu Sözlüğü )

  1. Arabozan
  2. Dinî kurallara inanmadığı hâlde inanmış gibi görünen.

Münafık Nedir ? ( Dinimize göre )

İçinden gerçek anlamda iman etmemiş olup, dışından müslüman görünen kimse, aslî mânâsını değiştirmeden dilimize geçmiş olan münafık kelimesi Islâm toplumu içinde -çeşitli sebeblerden dolayı ve menfaati icabı kendini müslüman göstererek Allah'a, Rasûlüne ve mü'minlere düşmanlığını gizleyen kimsedir

Mekruh Nedir ?

Merhaba Değeri Dostlar ;

Bu yazımızda sizlere dinimizi yaşamamız için gerekli olan terimlerden biri olan Mekruh'dan bahsedeceğiz.

Mekruh Nedir ? ( Türk Dil Kurumu Sözlüğü )

  1. İslam dininde, dinî bakımdan yasaklanmadığı hâlde yapılmaması istenen.
  2. İğrenç, tiksindirici.
Mekruh Nedir ? ( Sorularlaislamiyet.Com - Dinimizde Mekruh )

Dînen yapılması çirkin ve kötü görülen işler mânasına gelir. Abdest alırken ve gusül ederken suyu israf etmek, kısa kollu elbise ile veya başı açık namaz kılmak gibi hususlar mekruhlardandır.

Mekrûh iki kısma ayrılır:

1 - Tahrîmen Mekrûh: Harama yakın olan mekrûha denir. Abdest alırken suyu israf derecede harcamak gibi...
2 - Tenzîhen Mekrûh: Helâla yakın olan mekruhtur. Burnu sağ el ile temizlemek gibi...

İslamda Kadin

Kadın üzerine söylenenler |İslamda Kadın

Merhaba Değerli Dostlar ;

Bu yazımızda sizlere dinimizde kadının yeri'nden bahsedeceğiz.

  • Bir evin temeli çürük ise, yine bir müddet dayanır. Fakat içindeki kadın fenâ ise hemen yıkılır. Hz. Ali (r.a)
  • Bir kadın için güzelliksiz gençlik veya gençliksiz güzellik işe yaramaz. La Rochefoucauld
  • Bir kadından gelen derdi gene bir kadın iyileştirebilir. Alphonse Daudet
  • Bir kadının güzelliği, ancak sevmeye başladığı zaman meydana çıkar. La Bruyere
  • Bir kadının terbiyesi; evlâdının terbiyesinden, dirâyeti de evlâdının kifâyetinden anlaşılır. Ahmet Rüfai (k.s)
  • Bir uygarlığın seviyesini ölçmek isterseniz, derhal kadının hayat şartlarına bakın. Stuart Mill
  • Dediklerine bakılırsa yeryüzünde aramışlar aramışlar, bir tek dilsiz kadın bulamamışlar. Plautus
  • Eş alacağın kadını yalnız gözünle seçme. Gözünden çok kuılağınla seç. Thomas Fuller
  • Güzel kadın gözü, iyi kadın gönlü okşar. Napolyon
  • Havayı geldiği, rüzgarı estiği, kadını olduğu gibi kabul edin. Alfred de Musset
  • İmandan sonra iyi bir kadından daha büyük bir nimet yoktur. Hz.Ömer (r.a)
  • İnsan gerçekten severse, onun gözünde dünyadaki bütün öteki kadınlar kesin olarak manasını kaybeder. Oscar Wilde
  • İyi bir adamın evinde fena bir kadın varsa, o adam Cehennem azabı çekiyor demektir. Hz.Ali (r.a)
  • Kadın deniz gibidir, hiç güvenmek olmaz. Tevfik Fikret
  • Kadın gibi dert olmaz insanın başına. Plutus
  • Kadın her şeyi affeder fakat asla unutmaz. Konfiçyus
  • Kadın, erkeği kılıçsız zapteder ve ipsiz bağlar. Tolstoy
  • Kadın, her şeyi gören gözü bile aldatır. Dostoyevski
  • Kadın ilk öpücükte neler kazanacağını bilemez, ama son öpücükte neler kaybettiğini bilir. Balzac
  • Kadın, insanın gölgesi gibidir; kovalarsanız kaçar, kazarsanız kovalar. Chamfort
  • Kadın kocasını daha az sevmeli, fakat daha çok anlamalı, erkek, karısını daha çok sevmeli, fakat anlamaya çalışmamalıdır. Oscar Wilde
  • Kadın kocasının, delikanlılıkta sevgilisi, olgun çağda arkadaşı, ihtiyarlıkta da hasta bakıcısıdır. Bacon
  • Kadın, olduğu ve yaptığı her şeyi gözetlemek zorundadır. Erkekler kadınları seyrederler, kadınlarsa seyredilişlerini seyrederler. John Berger
  • Kadın, saçı uzun, aklı kısa bir varlıktır. Schopenhauer
  • Kadını güzel yapan Allah, sevimli yapan şeytandır. Victor Hugo
  • Kadını iki şey kadınlıktan çıkarır; Çenesi ve inadı. Ali Tayyar
  • Kadının güzel bir şekilde kendisini kocasının hizmetine vermesi, Allah yolunda cihad etmesi gibidir.Hz.Ali (r.a)
  • Kadınlar, erkeklerden daha çok hikmet sahibidirler, daha az bilir, daha çok anlarlar. J.Duhamel
  • Kadınlar, erkeklerle eşit olmak için uğraşırlar, bunu sağladılar mı, o andan sonra erkeğe üstün olurlar. Cato
  • Kadınlar güller gibidir, bir defa açıldılar mı, yaprakları hemen dökülmeye başlar. Shakespeare
  • Kadınlar istediler mi "sahiden" hasta olurlar, hatta kibirleri uğruna ölürler bile. Andre Maurois
  • Kadınlar kadar intikam almaktan zevk duyan canlı yoktur. Juvenal
  • Kadınlar nefret etmedikçe kimseye karşı tam manasıyla haşin davranmazlar. La Rochefoucauld
  • Kadınlar sevmedikleri adama hiç acımazlar. A.Dumas Fils
  • Kadınlarda feci olan şey, ne onlarla ne de onlarsız yaşanabilmesidir. Byron
  • Kadınların en yanıldıkları nokta, erkeklere benzemek istemeleridir. De Maistre
  • Kadınlar kendilerini sevenler için değil, onlara hükmedenler için can verirler. Halide Edip Adıvar
  • Kadınlar sade bal değil, zehir tesiride yaparlar. Halide Edip Adıvar
  • Kadınların, erkekleri mesut etmek için bir tek usulleri vardır; halbuki bedbaht etmenin otuzbin türlü yolu vardır. H. Heine
  • Kadınların, süs ve aylaklıklarının bizim emeğimizle beslenmesi gülünç ve haksız bir şeydir. Montaigne
  • Kişiye imandan sonra verilen şeylerin en hayırlısı saliha kadındır. Hz.Ömer r.a.
  • Krallar gibi kadınlar da kendileri için yapılan her şeyin esasen bir borç teşkil ettiğine inanırlar. Balzac
  • Pek az kadın vardır ki değeri güzelliğinden ömürlü olsun. La Rochefoucauld
  • Sems-i sitaya,esk-i nisaya,letafet-i umeraya güvenme. (Kış güneşine, kadının göz yaşına devlet büyüklerinin iltifatlarına güvenme) Ata Sözü
  • Yuvasını seven bir kadın için, tahammül edilmeyecek güçlük, katlanılmayacak fedâkarlık yoktur.Hz.Ali (r.a)

İslamda Boşanma, Islamda Boşanma Sebepleri

Saygıdeğer Ziyaretçilerimiz ;

Hepinizi öncelikle Yüce Allah(c.c)'ın selamıyla selamlıyorum.

Bu yazımızda " islamda boşanma, islamda boşanma sebepleri, islamda boşanmak, islamda boşanma nedenleri, islamda boşanmanın yeri, islamda boşanmak nasıl olur " gibi konulardan bahsedeceğiz...

İslâm hukûkunda boşanma, evlilik hayâtının devamına imkân kalmadığı zaman başvurulacak son çâredir. Karı-kocanın, içine düştükleri sıkıntılardan kurtulmaları için bir çıkış yolu olarak meşrû kılınmıştır. Yoksa, sebepsiz yere boşanmak haramdır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de:

"Kadınlar size itâat ederlerse, aleyhlerinde bir yol aramayın!" (188) buyurulur.

Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de:

"Evleniniz, fakat boşanmayınız!. Zîrâ Allâh, zevkine düşkün erkek ve kadınları sevmez..." (189) buyururlar.

Diğer bir hadîs-i şerîfde:

"Sırf zevk için sık sık kadın değiştiren erkeklerle, sık sık koca değiştiren kadınlara Allâh lânet etsin!.." (190) buyrularak, boşanmayı âdet hâline getiren eşler, şiddetle îkâz olunmaktadır.

İslâm Dîni, boşanmayı, yapılması istenmeyen bir helâl olarak görmektedir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:

"Boşanmak, Allâh katında mübah olan şeylerin en sevimsizidir." (191) buyurur.

Yine bir hadîs-i şerîfde:

"Evleniniz, fakat kurduğunuz bu âile yuvasını talâkla (boşanmakla) yıkmayınız!. Talâk var ya, onun fenâlığından arş-ı ilâhî titrer." (192) buyurulur.

Basit sebeplerden boşanmayı isteyen kadınlar hakkında da hadîs-i şerîfde şöyle buyurulur:

"Herhangi bir kadın, mühim bir geçimsizlik olmadan kocasından kendisini boşamasını isterse, ona cennetin kokusu dahi haramdır." (193)

Âile reisinin dikkat edeceği önemli bir husus da, başkalarının, kendi hanımı hakkında söylediklerine hemen inanıp hüküm vermemesidir. Zîrâ bu gibi sözler, arayı açmak için yapılmış bir iftirâ da olabilir. Nitekim Hz. Âişe (r. anha) vâlidemiz hakkında da böyle bir iftirâ (ifk hâdisesi) tahakkuk etmişti. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk en-Nûr Sûresi’nin 12. ve 15. âyet-i kerîmelerinde şöyle buyurmuştur:

"Bu iftirâyı işittiğinizde kadın ve erkek mü’minlerin, kendi vicdanları ile hüsn-i zanda bulunup da: demeleri gerekmez miydi?"

"Siz bu iftirâyı dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sâhibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allâh katında çok büyük (bir suç) tur."

Âyet-i kerîmelerden açıkça anlaşıldığı gibi, bir kimse hakkında kesinlik kazanmadan söylenen dedikodularla hüküm vermemek ve meselenin tahkîkâtını iyi yapmak ve meseleye hüsn-i zanla bakmak gerekmektedir. Aksi takdirde Allâh Teâlâ katında büyük bir suç işlenmiş olur.

Görülüyor ki, İslâm Dîni’nde iki eşin arasını bozmaya çalışmak, en büyük günâhlardandır.

Eşlerin arasını bozmanın ve karı ile kocanın arasına girip bozgunluk çıkarmanın çok kötü bir fiil olduğu hadîs-i şerîfde şöyle açıklanıyor:

"Kim bir kadını kocasının aleyhine kışkırtırsa, bizden değildir." (194)

Dinimizde Kiskanclik

Merhabalar Saygıdeğer Dostlar ;

Hepinizi yüce Allah'ın selamıyla selamlıyor ve bugünkü konumuza geçmek istiyorum.

Dinimizde Kıskançlık

Bir insanın iman etmesi onun dünyadaki imtihanının sona erdiği anlamına gelmez. Mümin de tüm insanlar gibi bir nefse sahiptir.

Allah, imtihan ortamının bir gereği olarak, nefse fücurunu (kötü huylarını) ve ondan sakınmayı ilham ettiğini Kuran'da belirtmiştir. (Şems Suresi, =8) Kıskançlık, haset gibi negatif ahlak özellikleri de bu "fücurlar" arasında yer alır ve bütün insanların nefslerinde vardır:

... Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar ve sakınırsanız, şüphesiz, Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 128)

Kıskançlık, başkasında olan bir şeyin kendisinde olmamasından, başkasının başardığı bir işi kendisinin başaramamasından, başkasının aldığı takdir ve övgüyü kendisinin almamasından ve buna benzer durumlardan kaynaklanan olumsuz bir duygudur. Mal, mülk, güzellik, zenginlik, dünyevi ya da uhrevi makamlar ve bunlara benzer Allah'ın kulları arasında dağıtmakta olduğu her türlü maddi ve manevi nimet kıskançlık nedeni olabilir.

Müminler, nefislerine imtihan maksadıyla ilham olunan bu tür kötü huylardan sakınmak için sürekli mücadele eder, nefislerini arındırıp temizlerler. Mümin, kıskançlık hissine sebep olacak her türlü olay karşısında Kuran'a uygun bir tutum ve davranış sergiler. Yani, her şeyin Allah'a ait olduğunu, her şeyin Allah'ın dilemesi ile gerçekleştiğini, Allah'ın dilediğini seçtiğini, dilediğine dilediği nimeti verdiğini, seçimin ve kararın yalnızca O'na ait olduğunu bilir. Rabbimiz’in her şeyi en güzel ve en hayırlı şekilde yarattığını, dünyada verilen her türlü nimetin insanlar için bir deneme vesilesi olduğunu, varılacak gerçek yurdun ahiret olduğunu, Allah Katında değer ölçüsünün takva ile olduğunu kalbine yerleştirmiş bir biçimde hareket eder.

Dinimizde Hamilelikte Oruç

Hamilelikte tutamadığınız oruçları kaza etme niyetinde olmalısınız. Daha sonra bu oruçları kaza etme imkanınız olduğunda tutamadığınız oruçları kaza etmelisiniz. Oruç tutma kudretinde olan kimse fidye vererek bu borçtan kurtulmaz. Bu oruç borcundan ancak oruç tutarak kurtulabilirsiniz. Elinizde olmayan sebeblerden dolayı kazaya kalan oruçaları tutamadığınızda bundan sorumlu olmazsınız. Mesela; Hamilelikte orucunu kazaya bırakıp daha sonra tutma niyetinde olan bir hanım, bu oruçları kaza edemeden vefat etse bundan sorumlu olmaz.

Hamile kadınların oruç tutması zararlımıdır, gebeler oruç tutarken nelere dikkat etmelidirler? İşte gebelikte oruç ve bilinmesi gereken hususlar..

Hamilelik esnasında oruç tutmak sakıncalı mıdır?

Anne adayı doktor onayı alıp dengeli ve düzenli beslendiği takdirde oruç tutabilir. Bunda bir sakınca yoktur. Bu dönemde tüketilmesi gereken besinler anne adayı ile bebeğin beslenme gereksinimlerini en iyi şekilde karşılayacak halde belirlenmelidir. Sağlıklı bir anne adayının diyetinde, meyve, sebze, tahıl grubu, et ve süt ürünleri ve bol sıvı gıdaları bulunmalıdır. Kalp hastalıkları, diyabet ve hipertansiyon gibi hastalıkları olanların oruç tutmak için kesinlikle doktor tavsiyesi alması gerekmektedir.

Hamile kadınların oruç tutarken dikkat etmesi gerekenler ve sağlıklı beslenme

Oruç tutulacak her gün içerisinde baş dönmesi, halsizlik vb sorunları en aza indirmek için sahura kesinlikle kalkılmalıdır. Sahura kalkmadan oruç tutulmamalıdır. Sahur yemeğinde doyurucu, hafif ve bol proteinli besinlerin tüketilmesi gerekmektedir.

Gebeler için demir ve kalsiyum çok önemlidir ve sahurda özellikle alınması gerekir. Süt, pekmez, az yağlı peynir, haşlanmış yumurta, kepek ekmeği, meyvelerin tüketilmesi sahur için iyi olacaktır. Uzun zaman tok olabilmek ve kabız olmamak için en az 4–5 dilim kepek ekmeği ve yanında sıvı alımına dikkat edilmelidir. İftar tek öğünde değil iki üç öğünde yapılmalıdır. Oruç hurma, zeytin veya su ile açılabilir.

Öncelikli olarak ev çorbası ve arkasından etli sebze veyahut tavuk sebze haşlama, balık buğulama gibi besinler ana yemek olarak tercih edilebilir. İftarın 1 saat kadar sonrasında bir porsiyon söğüş sebze ya da salata ile bir kâse yoğurt yenebilir. İftarın ardından kuru meyveler ve bir avuç kadar kuruyemiş tüketilmelidir. Basit ve kolay egzersizleri de 15 dakikayı geçmeden yapmak yararlı olmaktadır.

Dinimizde Evlilik

EVLİLİK VE AİLE

Merhabalar Muhterem Mü’minler ;

Bu yazımızda sizlere dinimizin evlilik ve aileye verdiği önemi anlatmaya çalışacağız.

Konyaaltı İlçe Müftülüğünün bir hutbesini sizlere aktarmak istiyoruz :

Dinimiz evliliğe çok önem vermiştir. Nikahlanarak evlenmeyi, aile hayatına dikkat etmeyi, zina ve benzeri hatalara düşmemek için alınması gereken tedbirleri pek çok ayet-i kerime ve hadis-i şerifler zikretmiştir. Tefsir, hadis ve fıkıh kitaplarında bu konu uzun uzun anlatılmıştır. Aile, kişinin hem huzur bulduğu bir ortam, hem neslin devamı için bir vesile hem de kişiyi dinen günah sayılan çeşitli kötülüklerden alıkoyan bir vasıtadır.
Yüce Mevla “İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi O’nun varlığının delillerindendir. Bunda düşünen insanlar için dersler vardır.” [1] buyurmaktadır. Bu ayet evlilik ve aile hayatındaki hikmetlerin bir kısmını bizlere beyan etmektedir. İslam dini manevî huzur ve sükun, cinsel ihtiyaçların karşılanması ve neslin devamı gibi evlilik kurumunun en önemli üç yönünü dikkate almış, bu birlikteliğin meşru ölçülerde nasıl gerçekleştirileceğine dair bilgiler vermiştir. Gayr-i meşru ve nikahsız beraberlikler çirkin görülüp yasaklanmış, evlilik teşvik edilmiştir. Peygamberimizin şu hadisi bu teşvikin en güzel ifadelerindendir: “Nikah benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetime uymazsa benden değildir”[2].

Dinimiz evlilik hakkında bazı sınırlamalar getirmiştir. Kan, süt ve sıhrî hısımlık sebebiyle birbirleriyle evlenmesi haram olanlar Kur’ân’da ayrıntılı olarak sayılmış [3], bunun yanında müslüman bir kadının müslüman bir erkekle evlenmesi hükme bağlanmıştır [4]. Aile hayatına ilişkin bazı hükümler getiren İslam dini eşlere karşılıklı hak ve sorumluluklar yüklemiştir. Evleneceklerin bu hak ve sorumlulukları evlilik kurumuna adım atmadan önce öğrenmeleri, kurulacak yuvayı daha sağlam hale getirecektir. Bu açıdan, evlilik hayatındaki helal ve haramların bilinmesi için önceden aile hayatına ilişkin konuları iyice öğrenmek gerekir.


Evliliği eşlerin birbirine verdiği sağlam bir teminat olarak niteleyen dinimiz erkeğe hanımıyla iyi geçinmesini emretmiştir [5]. Peygamberimiz de “mü’minlerin en seçkinlerinin hanımlarına karşı iyi davrananlar olduğunu” [6] beyan etmiştir. Bunun yanında Peygamberimiz kadının da kocasına karşı saygılı olmasını öğütlemiştir. [7]

Dinimizde evlilik sırasında erkek kadına mehir adıyla belirli bir para veya mal öder ya da ödemeyi taahhüt eder. Mehir, evlenilen kadının kendisine verilir ve kadın bunda dilediği gibi tasarrufta bulunur. Mehrin amacı kadına iktisadî bir güç kazandırma ve boşanmanın suistimal edilmesini önlemektir. Özellikle boşanmalara sıkça başvurulan dönem ve bölgelerde mehrin sebepsiz boşanmalara engel olduğu bir gerçektir [8]. Allah’ın en sevmediği helal olan boşanma [9] birbirleriyle geçinemeyen eşlerin en son başvuracakları bir çözüm şeklidir. Bunun müslüman bir toplumda sebepsiz ve anlamsız bir şekilde artması kaygı verici bir gerçektir. Kızgınlık anlarında bilgisizce söylenen “boş ol” gibi açık veya boşanma anlamına gelen kinayeli sözlerle birçok aile parçalanma durumuna gelmektedir. Dinimiz erkeğe kadın üzerinde baskıya izin vermediği gibi boşanma konusunda da erkeğe sınırsız bir yetki tanımamıştır. Bu sorunu azaltmak için dinimizin hükümlerini iyice öğrenerek evlenmeli, evlendikten sonra da anlayışlı olmalıdır.

Toplumumuzda meşru olmayan birliktelikler, gizli evlilikler, hak ve sorumluluklar iyice bilinmeden yapılan evlilikler yüzünden bir çok genç erkeğimiz ve kızımız aileleriyle beraber mağdur olmaktadır. Özellikle resmî nikah yapılmadan evliliğe başlamak bu mağduriyetlerin önde gelen sebeplerindendir. Bu itibarla kurulacak evlilikler başta resmî yolla yapılmalıdır.
Müslüman milletimize çeşitli yollarla dayatılmaya çalışılan İslamî olmayan birliktelikler ve aile modellerine karşı topyekün bilinçli olalım. Kendimizi, evlenecek olan çocuğumuz, akrabamız, arkadaşımız ve komşumuzu bu konularda bilinçlendirelim. Dağılmış aileler, sokaklarda kalmış çocuklar, aldatılan ve mağdur olan kadınlar ve gençlerimizin sayısının artmaması için hepimiz, üzerimize düşen görevleri yerine getirelim.

Dinimizde Kürtaj

Merhaba saygıdeğer dostlar ;

Sizlere bu yazımızda dinimizde kürtaj ile ilgili bilgilerden bahsedeceğiz...

Kürtaj, Batı Dünyasındaki toplumların problemlerinden biridir. Kürtaj, bu toplumlardaki yozlaşmanın bir sonucu haline gelmiştir ve sayısız zina, cinsi sapıklık ve evlilik dışı ilişkiler sonucu gayri meşru doğumlar giderek artmaktadır. Bu gayri meşru doğumlar, batılı kaynaklarda yeralan istatistiklere göre, toplam doğumların %45’ine ulaşmıştır. Bu oran, yerine ve zamanına göre, bazı ülkelerde %70’e kadar çıkmaktadır.

Gayri meşru doğumlar; Batılı toplumlarda varolan, Dini hayattan ayıran kapitalist akidenin liderlik ettiği ferdi hürriyet gibi özgürlüklerin benimsenmesinden çıkan serbest bırakılmış cinsel kudurganlıkla sonuçlanmıştır. Bu özgürlük insanlara; kanunlarla korunan ve olağan hale gelen evlilik dışı ilişkiler, zina, cinsi sapıklıklar ve dilediğini özgürce yapabilme gibi tüm mutluluk(!) çeşitleriyle zevklenme serbestiyeti vermektedir. Bu özgürlüğün bir sonucu olarak, Batılı toplumlar hayvanlar yığını haline gelmiş ve insanların karşı cinse ilgi içgüdüsünü alabildiğince, her türlü yoldan doyurmaları sağlanmıştır.

Toplam doğumların yarısı gibi korkunç bir boyuta ulaşan bu gayri meşru doğumlar, batılı ülkeleri bu konu ile ilgili yeni yasalar çıkarmaya itti. Bu yasalarla kadınlara, herhangi bir gayri meşru yoldan edindikleri çocukları aldırmalarına izin verilmiştir. Bu böyledir. Çünkü Batılı toplumlarda gayri meşru doğan çocuklarına bakmak zorunda olan kadınlar giderek artmaktadır.
Liderliğini Amerika’nın yaptığı Batılı kafir ülkeler, kendi kültürlerini bize pazarlamalarının bir parçası olarak, kürtajın serbest bırakılması için çalışıyorlar. Bununla, Müslümanlar üzerinde bir baskı unsuru oluşturmak, İslam Dünyasını oluşturan toplumlardaki İslami değerleri, ahlakı ve İslam kültürünü kaldırmak istiyorlar.

İşte Batılı toplumların durumu budur!
Müslüman toplumlara gelince; burada kürtaj yaygın değildir. Çünkü zina, cinsi sapıklıklar ve evlilik dışı ilişkiler yaygın değildir. Kürtaj yapıldığında ise, çoğunlukla annenin hayatı korunmak istenir. Bazı durumlarda annenin çocuğunu doğurması annenin ölümüyle sonuçlanabilmektedir. İşte bu engellenmek istenir.

Kürtaj konusundaki hakikate ve şer’i hükme gelince;

Kürtajın sözlük anlamı: Ceninin anne rahminden alınmasıdır.

Deve kürtaj edildi veya devenin yavrusu düştü denildiğinde; anlatılmak istenen şey, devenin rahminde bulunan ceninin gelişimini tamamlamadan önce, annesinin rahminden çıktığıdır. Müslüman Fakihlerin tamamı kürtajı; hamilelik süreci tamamlanmadan önce ceninin anne rahminden ayrılması şeklinde tarif etmişlerdir. Ceninin anne rahminden ayrılması ile aynı anlama gelen diğer terimler ise şunlardır: imlas, iskat, ilka ve ihrac
Ceninin bu ayrılışı, değişik şekillerde meydana gelebilir. Bunlar, annenin özel bir ilaç alması, özel bir elektrik yükünün rahime iletilmesi, ağır fiziksel bir hareket (ağır yük kaldırma) veya doktor tarafından yapılan tıbbi bir operasyon yoluyla olabilir. Bu aynı zamanda şiddetli bir darbe (tekme, bir cisimle vurma vs.) sonucu da olabilir. Diğer taraftan, bu annenin veya dışarıdan birinin etkisi olmaksızın kendiliğinden de gerçekleşebilir.

Kürtaj (ceninin anne rahminden ayrılması), cenine Ruh verildikten önce veya sonra olabilir. Eğer kürtaj cenine Ruh verildikten sonra yapılırsa, tüm fakihlerin ittifakıyla kesin olarak Haramdır. İster annenin veya babanın etkisiyle veya doktor müdahalesiyle olsun, isterse dışarıdan birisinin saldırısı veya darbesiyle olsun farketmez. Bu böyledir. Çünkü bu, Şeri’at tarafından korunan hayat sahibi olan cana yapılmış bir saldırıdır. Bu bir cinayettir ki diyet ödemeyi gerektirir. Diyet miktarı ise, ğurre olarak ifade edilen erkek veya kadın bir kölenin verilmesidir. Bu miktar gelişimini tamamlamış olarak doğan bir insan için gerekli olan diyet miktarının onda biridir (1/10 dur).

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurdu:

Haklı bir sebep olmadıkça Allah'ın muhterem kıldığı cana kıymayın. Bir kimse zulmen öldürülürse, onun velîsine (hakkını alması için) yetki verdik. Ancak bu velî de kısasta ileri gitmesin. Zaten (kendisine bu yetki verilmekle) o, alacağını almıştır. [İsra 33]
İmam Buhari ve Muslim Ebu Hureyre(r.a.)’den şöyle rivayet ettiler: Allah’ın Rasulü(s.a.v.), kürtaj yapan (çocuğunu düşüren) Beni Lehyan kabilesinden bir kadının, ğurre (erkek veya kadın bir köle verme şeklindeki cezayı) ödemesine hükmetti.

Ğurre, cenin bir insan olarak tarif edilebilecek duruma geldiğinde yani eli, ayağı, tırnağı veya gözü oluşmaya başladığında ödenir. Buna binaen, Cenine Ruh verildikten yapılan kürtaj, ihtilafsız tüm fakihlere göre haramdır. Cenine Ruh verilmeden önce yapılan kürtaj konusunda ise, fakihler farklı görüşlere sahiptir. Fakihlerin bazıları buna izin vardır derken, diğerleri ise, hamilelik evresine bağlı olarak haramdır demişlerdir. Bizim görüşümüz ise şudur: eğer kürtaj, hamileliğin 40 veya 42. inci gününde yani cenin şekillenmeye başladığında yapılırsa, Haramdır. Bu hüküm, Ruh verildikten sonraki hüküm ile benzer bir hükümdür.

Sonuç olarak; bu durumda, tamamlanmış olarak doğan bir insan için gerekli olan diyetin onda birinin diyet olarak ödenmesi gerekir. Bu böyledir. Çünkü cenin şekillenmeye ve el, ayak, tırnak veya göz gibi bir organı yetişmeye başladığında, artık kesin olarak varolur ve tamamlanmış bir canlı olarak doğma yoluna girer. Bu durumda, az önce ifade edilen hadisin hükmü tatbik edilir.
İmam Buhari ve Muslim Ebu Hureyre(r.a.)’den şöyle rivayet ettiler: Allah’ın Rasulü(s.a.v.), kürtaj yapan (çocuğunu düşüren) Beni Lehyan kabilesinden bir kadının, ğurre (erkek veya kadın bir köle verme şeklindeki cezayı) ödemesine hükmetti.
İmam Muslim aynı zamanda, İbn Mesud(r.a.)’den rivayet etti. O(r.a.) dedi ki; Allah Rasulü(s.a.v.)’in şöyle dediğini duydum: Nutfe (anne ve babanın hücrelerinin karışımı) üzerinden 42 gece geçtiğinde Allah ona (nutfeye) bir melek gönderir. O, nutfenin kulağını, gözünü, tenini, etini ve kemiklerini yaratır. Sonra melek der ki; Ey Allahım! Erkek mi kız mı? Sonra sırayla devam eder (nutfe gelişimini sürdürür).

Bir diğer rivayette 40 Gece yerine 42 Gece denilmiştir. Hadis, ceninin şekillenmesinin ve organlarının oluşumunun 40 veya 42 geceden sonra gerçekleştiğine işaret etmektedir. Diğer taraftan, bu cenine yapılan saldırı, Şeri’at tarafından korunan ve kıymet verilen insan hayatına yapılmış bir saldırıdır. Bu ise, ve’d (çocuğu diri diri gömmek) olacaktır. Allah bunu Haram kılmıştır.

Allahu Teala şöyle buyurdu:
Diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda.. [Tekvir 8-9]
Bununla birlikte, anne, baba veya doktor tarafından, tamamlanmadan hamilelik sürecine son vermek de yasaklanmıştır, haramdır. Buna benzer bir hareketi yapan kimse günahkar olur. Çünkü bu bir cinayettir ve sahih rivayet ile gelen hadisler gereği, tamamlanmış bir insan için gereken diyetin onda biri olan ğurre ödemeyi (erkek veya kadın köle vermeyi) gerektirir.
Gebeliğin 40.ıncı gününden önce yapılan kürtaja gelince; buna İslam’da izin verilmiştir ve bunu yapan kimseye herhangi bir ceza veya diyet yoktur. Bunun nedeni; alınan veya düşürülen şeyin bir cenin haline gelmemiş olmasıdır. Çünkü o halen nutfedir. Ceninin alınması / kürtaj edilmesi ile ilgili hadis ise, burada kullanılamaz.

Bir cenin haline gelmeden önce alınan nutfe, hamileliği önlemek için yapılan azl gibidir. Azl, hanımının hamile kalmasını istemeyen koca tarafından yapılır. Azl, erkeğin spermlerini kadının vajinasının dışına boşaltmasıdır ve bu spermlerin kullanılmaması ve böylece ölmesiyle sonuçlanacaktır. Aynı zamanda kadının yumurtasından da istifade edilmemiş ve boşa gitmiş olacaktır. Sonuç olarak, erkeğin spermi kadının yumurtası ile biraraya gelmez ve böylece hamilelik engellenmiş olur. Rasulullah(s.a.v.) buna izin vermiştir. Kölesiyle cinsel temasa girdiği halde onun hamile kalmasını istemeyen bir adama Allah Rasulü(s.a.v.) şöyle demiştir: Eğer istersen, azl yap!

Cabir İbn Abdullah(r.a.) şöyle rivayet etti: Bir adam Allah Rasulü(s.a.v.)’e geldi ve dedi ki: Benim, hizmetimizi yapan ve hurma ağaçlarında bize yardım eden bir cariyem var ve ben onunla cinsel ilişkiye giriyorum ve ben onun hamile kalmasından nefret ediyorum. Bunun üzerine Peygamber(s.a.v.) şöyle dedi: Eğer istersen azl yapabilirsin! O senin istediğin yola girecektir.

Cumade tarafından rivayet edilen bir hadiste, Rasulullah(s.a.v.), azl’i gizli ve’d olarak nitelendirdi.

İmam Muslim ve İmam Ahmed Cumade el-Asadiyye’den, Vehb’in kızı, şöyle rivayet ettiler: Ben, diğer insanlarla birlikte, Allah Rasulü(s.a.v.) ile beraberdim ve O’na azl hakkında sordular. O(s.a.v.) dedi ki: O gizli ve’d’dir; ona kendisini kimin diri diri gömdüğü sorulacaktır.
Lisan el-Arab kitabında şöyle denir: Hadiste, bunu -kızları diri diri gömerek öldürmeyi- haram kılmıştır.

Azl hadisinde Peygamber(s.a.v.) o gizli ve’d’dir derken, bir diğer hadiste bu küçük ve’d’dir demektedir. O(s.a.v.) azl’i ve’d’e benzetti ama gizli dedi. Çünkü azl yapan kimse bir çocuk edinmekten kaçınmayı önceden (zihninde) tasarlamıştır. Yani O(s.a.v.) yaşayan (tastamam olarak doğan) kızların gömülmesi Büyük Ve’d olduğundan; azl’i Küçük Ve’d olarak tanımlamıştır.
Bunun yanında, Sahabeler(r.anhum) Rasulullah(s.a.v.) döneminde hamileliği engellemek için azl yapıyorlardı. Rasulullah(s.a.v.) bunu biliyordu ve bunu (azl yapmayı) yasaklamadı.
Cabir İbn Abdullah(r.a.)‘den şöyle rivayet edildi: Biz Rasulullah(s.a.v.) zamanında ve Kur’an inzal edilirken azl yapardık.

İmam Muslim’in bir diğer rivayeti ise, şöyledir: Biz Rasulullah(s.a.v.) zamanında azl yapardık. O bunu bildiği halde bize bunu yapmayı yasaklamadı.

- Ceninin Kürtajına Ne Zaman İzin Verilir ?
Şekillenmenin erken evrelerinde veya Ruh verildikten sonra eğer uzman bir doktor cenin anne rahminden alınmadığı takdirde anne ve bebeğin ölümüne yolaçacağı kararına varırsa, bu durumlarda kürtaj yapmaya izin verilmiştir. Bu durumda; ceninin alınmasına izin verilir ve böylece annenin hayatı korunur. İslam, hayatı koruyan veya hayatta kalmayı sağlayan şeyleri yapmaya davet eder. Bu kürtaj bir tedavi olarak kabul edilir ve Allah Rasulü -SAV- insanlara tedavi yollarını ve şifa bulmayı emretmiştir.

İmlas: İmlas, hamile bir kadına herhangi bir saldırı yaparak veya darbe vurarak çocuğun düşürülmesidir. Bu bir cinayettir ve günahtır. Ğurre, erkek veya kadın bir köle, ödemeyi gerektirir. Bu miktar, tamamlanmış olarak doğan birisi için gereken diyetin onda biridir.
İmam Buhari ve Muslim’in Sahih’lerindeki bir rivayette, Ömer ibn el-Hattab(r.a.), -Hilafeti Döneminde- karnına vurulması sonucu çocuğu düşürülen bir kadının durumu (imlas) hakkında Sahabeler(r.anhum)’e danıştı. El-Muğire ibn Şu’be(r.a.) şöyle dedi: Allah Rasulü(s.a.v.) bu durumda, ğurre ödemeyi, erkek veya kadın bir köle verilmesini emretmişti. Muhammed ibn Mesleme onun rivayetini destekledi (doğrudur dedi).

Selametle...

Dinimizde Kul Hakki

Kul hakkı, insanın sahip olduğu hakları demektir.
Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerim kul hakkı üzerinde önemle durmaktadır.

Allah’ın emir ve yasaklarının hemen hemen dörrte üçü kul hakkı ile ilgilidir. Busebeple, Allah’a kulluk, yalnızca belli ibadetleri yerine getirmek değil, aynı zamanda insan haklarına da büyük saygı duymaktır. Aksi takdirde insanların birarada kardeşçe yaşamaları, devletler kurmaları mümkün olmaz.

Toplumun kaynaşması, kötülüklerden uzak, kardeşçe yaşayışın sağlanması için kul haklarına saygılı olmak o kadar önemlidir ki, Allah her türlü günahı affettiği halde, kul hakkını affetmiyor.

İhanet etmek, utandırmak, küçümseme, mala ve cana zarar vermek, alış verişte aldatmak, dargın durmak, iftira etmek, arkasından konuşmak, laf taşımak,dedikodu yapmak, anarşi çıkarmak, dini ve milli değerlere saygısız davranmak kul hakkını zedeleyen davranışlardandır.
Peygamberimez: “İnsanlara merhamet etmeyen kimseye Allah da merhamet etmez.” buyurur.

1. ANNE HAKKI

İnsan varlığının gerçek sebebi yani yaratıcısı Allah Teâlâ Hazretleridir. Ancak, görünen sebebi ise anne ve babadır. Anne ve baba arasında ise öncelikle annenin fonksiyonu daha fazla ve çektiği zahmetler daha çoktur. Yüce Rabbimiz buyurur ki:
“Biz insana, anne ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Annesi onu, güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnında taşımıştı. Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl olur. Bana ve anne-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş Bana’dır.”
O halde, dokuz ay gibi uzun bir süre çocuğunu karnında taşımak, doğumdan sonra belli bir zamana kadar emzirerek büyütürken uykusunu bile terkedecek kadar sıkıntılara katlanmak bakımından anne hakkı baba hakkından önce geçmektedir. Onun için, iyilik yapma ve kendisine iyi davranma bakımından anneye üç defa öncelik tanınmış,dördüncüde babaya hak tanınmıştır.bu anlayış, aynı zamanda bir kadın olması bakımından anneye ne kadar değer verildiğini göstermesi yönünden önemlidir.

Kadınlarda dikkat çekecek kadar belirgin olan ortak özelliklerden sevgi, şefkat ve merhamet duygusu, anne olduktan sonra özellikle yavrusu üzerinde yoğunlaşmaktadır.bu yönü ile de anne, babadan öne geçmektedir. Dikkat edilirse çocuklar, bir sıkıntı veya korku anında çoğunlukla annelerine sığınırlar. Bu da annelerin şefkat, merhamet ve koruyuculuklarının fazla olduğunun belirgin ifadesidir.

Çocukların terbiyelerinde, dillerinin, dinlerinin öğretiminde ve sosyal bir varlık olmalrında anne, ilk yıllarda babaya göre daha fazla katkıda bulunmaktadır. Bütün bunlardan dolayı anne hakkı nem kazanmaktadır.

2. BABA HAKKI

Herşeyden önce baba ailenin reisidir. Babaya itaat, diğer insanlara göre daha çok gereklidir.
Ailenin geçimi çoğunlukla babanın sorumluluğu altındadır. Bu bakımdan da baba aile içerisinde önemli bir yer işgal etmektedir.
Aile içinde baba, gücü ile otoritenin temsilcisidir. Bilhassa erkek çocuklara bu yönden örnek olan baba, ailenin bütün fertlerinin koruyuculuğunu da üstlenmiş durumdadır. Onun için çocuklar babalarına şükran borçludurlar. Peygamber Efendimiz şöyle buyurur: “Hiç bir evlat babasının hakkını ödyemez. Ancak onu köle olarak bulup, satın alır ve hürrüyetine kavuşturursa müstesna...” İşte ancak o zaman babasının hakkını ödeyebilir.
Zamanıızda kölelik söz konusu olmadığına göre, belki babasını düştüğü çok önemli maddi ve manevi sıkıntılardan kurtarabilen, ölüme kadar da saygıda kusur etmeyen, böylece hayır duâsını alabilen evlat ancak ona karşı borcunu ödemiş olabilir. Esasen hadiste baba hakkının önemi vurgulanmaktadır.

3. KARDEŞ HAKKI

Çocuklar, aile içerisinde huzur ve mutluluk kaynağıdır. Çünkü çocuklar ailelere Allah tarafından verilmiş birer hediyedir. Aynı zamanda karı-koca arasındaki sevgi bağlarıdır. Dolayısıyla çocuklar aileyi sevgi ve saygı anlayışı içerisinde ayakta tutan huzur kaynaklarıdır. Ailedeki huzurun bozulmaması için çocuklar, bir taraftan anne ve babalarına karşı saygılı davranırlaarken, diğer taraftan da birbirlerine karşı sevgi göstermeli ve saygılı olmalıdırlar.

Bunun için:Büyük kardeş olan ağabey ve ablalar yerine göre baba ve anne gibi kabul edilip, küçüklerin onlara saygı göstermeleri gerekir. Örf ve geleneklerimizde büyük kardeşlere, baba ve anneye yakın derecede değer verilmesi ve saygı gösterilmesi esas tutulmuştur. Öyle ise biz de ağabeylerimizi ve ablalarımızı aynı gözle görüp onlara saygı göstermeliyiz.
Ağabeyler ve ablalar da küçük kardeşlerine anne ve babalarının kendilerini sevdikleri gibi sevmeli, onlara ilgi ve şevkat göstererek korumalıdırlar.

Kardeşler, aralarında meydana gelebilecek kıskançlıkların, huzursuzlukların, ve kavgaların sadece kendilerini değil, ailelerin bütün fertlarini üzp, sarsacağını bilmelidirler. Onun için kendi aralarında mümkün olduğu kadar iyi geçinmeğe çalışmalıdırlar.

Anne ve babamızca kardeşimize gösterilen ilgi ve şefkati yanlış anlayarak, bunu kıskançlık sebebi yapmamalıyız. Şunu unutmayalım ki, onlar kesinlikle büyük-küçük, erkek-kız ayrımı yapmazlar. Bir elin parmaklarından her biri insan için ne ise, çocuklar da bir anne ve baba için öyledir. Biri diğerinden farklı görülmez ve üstün tutulmaz.

Kardeşler arasında fikrî, bedenî ve mali yönde dayanışma olmalıdır. Atalarımız: “Bir elin nesi var, iki elin sesi var...” demişlerdir. Tek başına kişi yanılabilir veya yenilebilir.ama birlikten kuvvet doğar. Fikir ve güç dayanışması kardeşleri güçlü kılar.

Kardeşler arasında bazı konularda farklı düşünceler de olabilir. Buna saygı duyulmalıdır. Bu konuda ortaya çıkabilecek farklı görüşleri kardeşler birlikte tartışarak, doğrulunuğa kanaat getirdikleri görüşleri benimseme alışkanlığı kazanmalıdırlar.onların böyle davranışları kendilerini de ailelerini de mutlu kılar.

İşte böylesine bir takım konulara ve inceliklere dikkat edilmesi, kardeşler arasında sevgi, saygı ve dayanışmayı güçlendirir. Birbirlerine karşı olan hak ve düşüncelerini de yerine getirmiş olurlar.

4. AKRABA HAKKI

Aile fertlerimizden sonra öncelikle ilişki kuracağımız kişiler akrabalarımızdır. Akrabalık ilişkilerinde, yakından uzağa doğru bir gidiş gözetilir.
Biz müslümanlar, Yüce Rabbimizin ve Sevgili Peygamberimiz emirlerini her zaman baştacı etmeliyiz. Onlar ne emretmişlerse onu benimseyip, uygulamalıyız. Neleri yasaklamışlarsa onlardan da kaçınmalıyız. Yüce Rabbimizin ve Sevgili Peygamberimizin baştacı etmemiz gereken emirlerinden birisi de;akrabalarla ilgilenmek, darlık ve bolluk zamanlarında her an onlarla birlikte olmaktır. Akrabalarımızla her fırsatta ziyaretleşmek, maddîve manevîkonularda yardımlaşmak aslî görevlerimizdendir. Çünkü akrabaların birbirleri üzerinde karşılıklı hakları vardır.

Kur’ân-ı Kerim’de, bir kimsenin iyiliklerinden bahsedilirken,Allah,âhiret günü, melekler, kitap ve peygamber inancından yani temel inanç esaslarından sonra ilk sırada; “Allah sevgisi ile akrabaya yardım edenler” anılmaktadır. Bu sıralama ile Allah Teâlâ Hazretleri akrabamıza ilgi göstermemizin ne derecede önemli olduğunu bize bildirmektedir.
Bir başka ayette de, akraba ile ilgilenmenin önemi şöyle açıklanmıştır: “Allah şüpesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder.Hayâsızlığı, fenalığı, haddi aşmayı yasak eder. Tutansınız diye size öğüt verir.

Akrabalarımızla ilgimiz sadece onların iyi günlerinde, bolluk, şan, şöhret zamanlarında olmamalıdır. Kötü günlerinde, yoksulluk, düşkünlük, ihtiyarlık dönemlerinde de dostluk ve akrabalık bağlarımızı sürdürmeliyiz.

Onları sadece bayramlarda,düğünlerde ve özel günlerde değil, fırsat bulduğumuz her zaman ziyaret etmeliyiz, gönüllerini almalıyız. Uzakta iseler, zaman zaman mektupla, telefonla hatırlarını sormalıyız. Hasta oldukları zaman yakın-uzak demeden ziyaretlerine gitmeliyiz.öldüklerinde ise cenaze merasimlerine katılmalıyız.

Akrabalarımız arasında fakir ve düşkün olanlar varsa, vereceğimiz zekâtve yapacağımız diğer yardımlarımızda öncelikle onları gözetmeliyiz. Çünkü Rabbimiz: “Yakınına, düşküne, yolcuya hakkını ver, elindekileri saçıp savurma.” “...Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’ınve akrabalarının haklarına riayetsizlikten sakının...” buyurmaktadır.
Bir sıkıntıya düştüğümüzde, yardım için ilk başvuracağımız yer akrabalarımızdır. Annemizin, babamızın olmadığı veya onları kaybettiğimiz dönemlerde akrabamız bizim annemiz-babamız yerine geçer. Onları bu gözle görmemiz, onlarında bizi öyle kabul etmeleri akrabalığın gereğidir.

Peygamber Efendimiz şöyle buyurur: “Allah’a ve âhiret gününe inanan kişi misafirne ikram etsin. Allah’a ve âhiret gününe inanan, akrabasını görüp gözetsin. Allah’a ve âhiret gününe inanan kimse ya hayır söylesin veya sussun!...”
Daha birçok ayette ve hadislerde akrabalığın önemi, onlarla ilgilenmenin değeri belirtilmektedir. O halde şunu söyleye biliriz ki: dinimiz hiçbir dinde ve toplumda görülemeyecek şekilde karşılıklı olarak akrabamızı görüp gözetmemizi ve onların haklarına dikkat etmemizi bize emretmektedir. Uzak-yakın bütün akrabanın aranıp, sorulmasına ve zaman zaman ziyaret edilmesine ise sıla-i rahîm denilmektedir.

5. ARKADAŞ HAKKI

Arakdaşlık, iki veya ikiden fazla insan arasında belli süre içersinde oluşan karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan ilişkilerin adıdır. Arkadaşlık çok küçük yaşta başlıyabildiği gibi hayatın her döneminde yeni yeni arkadaşlıklar kurulabilir.arkadaşlığın süresi çok kısa sürebileceği gibi ömür boyu da sürebilir.

Kısa süreli de olsa, uzun süreli de olsa arkadaşlıklarda karşılıklı olarak maddi ve manevi bağlılıklar oluşur.beraber gezilir, eğlenilir, yenilir, içilir, ders çalışılır. Acılar ve sevinçler paylaşılır. Arkadaşlar birbirlerinin dert ortakları, sırdaşları olurlar.

Belli sürelerde bir arada olmak zorunda olan insanlar isteseler de istemeseler de günün birinde birbirleriyle arkadaş olduklarını farkederler. Ancak asıl devamlı ve samimi arkadaşlık seçilerek vekarşılıklı istek duyularak kurulanıdır. Bu şekilde kurulan arkadaşlıklarda çoğu zaman ortak zevklerin ve özelliklerin rolü büyük olur. Ortak zevklere ve özelliklere dayalı olarak kurulan arkadaşlıklarda karşılıklı maddi ve manevi çıkar yoktur. Onlar arasında karşılıklı sevgi ve saygı ağır basar.sevgi ve saygının tabiî sonucu olarak da menfaatler değil, fedâkârlıklar ön plâna çıkar. İyi ve ideal arkadaşlıklar böyle kurulur.

Arkadaşlıkta kötü olan ise, samimiyetten uzak ve sırf maddi ve manevi çıkarlar uğruna biraraya gelinmesidir. Böyle kurulan arkadaşlıklardan fayda gelmez.çünkü çıkarlar bite bitmez ilişkiler kopar. Taraflarca aynı maksatla başka arkadaş arayışları başlar.

Şurası bir gerçek ki: iki insan bir araya gelince aralarında karşılıklı olarak maddi ve manevi birtakım haklar doğar. Onun için arkadaşlar birbirlerinin birtakım isteklerine ve birtakım tekliflerine hayır dememelidirler. Ancak istek veya teklfler doğru yönde olmalıdır. Yanlış ve kötü yollara götüren tekliflere uymak gerekmez. Zaten iyi arkadaş da, kötü veya olumsuz tekliflerde bulunmaz. Şayet arkadaşlarından birisi devamlı hoş olmayan işler yapıyor ve arkadaşını da bu yönde zorluyorsa, böyle arkadaşlıklar uzun sürmemelidir.

Peygamber Efendimiz, “Mü’min, mü’minin aynasıdır.” buyurmuştur. Atalarımız ise, “Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.” demişlerdir. Demek ki arkadaşlar birbirlerini önemli ölçüde etkilemektedirler. Arkadaşlar arasında karşılıklı etkileşim, genellikle güçlü kişiliği olanın baskın olması şeklinde gerçekleşir. Şayet iyi huylu, ahlâklı ve güçlü kişiliği olan baskın olursa, arkadaşlık ilişkileri iyi ve olumlu yönde gelişir. Ahlâkça zayıf olan baskın olursa, o zaman da ilşkile olumsuz yönde gelişir ve arkadaşlar hoş olmayan bitakım yönlere veya maceralara doğru sürüklenirler. Onun için arkadaşında hoş olmayan ve kendisi sonu belirsiz maceralara sürükleyecek tavır ve davranışlar farkeden birisi, önce onu bu tür olumsuzluklardan vazgeçirmeğe çalışmalıdır. Daha iyi, dürüst ve ahlâklı davranması için kendisini ikaz etmeli ve pna bu konuda yardımcı olmalıdır. Arkadaşlık bunu gerektirir.

Yeterince ilgi gösterilmesine ve uğraşılmasına rağmen, olumsuz tavır ve davranışlarını değiştimeyenlerden uzaklaşmak, iyi ve dürüst olanlarla arkadaşlık ilişkilerini geliştirmek ise aklın gereğidir.

6. KOMŞU HAKKI

Aile ve akrabalarımızdan sonra bize en yakın olan komşularımızdır. Dinimizin bize öğrettiğigüzel davranışlardan birisi de komşularımıza saygılı olmaktır.
Çevremize şöyle bir göz atacak olursak görürüz ki ev, tarla, dükkân, yazıhane komşularımız olduğu gibi, iş yerinde tezgâh komşumuz, sınıfımızda sıra komşularımız da vardır. İnsanlar arasında sağlıklı bir şekilde komşuluk ilişkilerini düzenlemek için dinimiz bazı hükümler getirmiştir. Peygamberimiz bu hükümleri şöyle özetler:
Yardım etmek, borç para istediinde vermek, hastalandığında ziyaret etmek, cenazesine katılmak, sevinçli anlarında tebrik, üzüntülü anlarında teselli etmek gibi.
Peygamberimiz (A.S.): “Komşusu şerrinden emin olmayan kimse mümin değildir.” buyurur. Ve ayrıca “Komşusu aç iken evinde tok duran kimse, gerçek mümin değildir.” diye de buyurmuştur.
Cenab-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de: “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez.”

7. ÖĞRETMEN HAKKI
Anne ve babamız bizim dünyaya gelmemize sebep olan, bebeklikten itibaren de bizi terbiye eden , kişiliğimizin temellerini oluşturan,maddi ve manevi değerlerimizi karşılayan saygıdeğer varlıklarımızdır. Kişiliğimize birçok yeni manevi değer kazandıranlar, bizi olgunlaştıranlar ise öğretmenlerimizdir. Diyebiliz ki öğretmenler ruh dünyamızın mimarlarıdır. Biz manen onların ellerinde şekilleniyor, onların yardım ve rehberlikleri ile topluma yararlı bireyler olarak yetişiyoruz. Öyleyse öğretmen hakkı son derece büyük ve önemlidir.
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?..” âyeti ile Yüce Rabbimiz bilgili kişilere çok özel bir yer vermiştir. Öğretmenler de bilgili ve bize bildiklerini öğreten kişiler olduklarına göre, onlar da aynı şekilde değerli birer manevi makama oturtulmuş olmaktadırlar.
İslâm eğitimcileri öğretmen hakkının ödenemiyecek kadar büyük olduğunu söylemişlerdir. Çünkü devletlerin ve medeniyetlerin yükselişinde öğretmenlerin payları büyüktür. Bu nedenle öğretmenlere değer veren, onları maddi ve manevi alanda layık oldukları yerlere oturtan toplumlar kalkınmışlardır. Böyle toplumlarda insanlar mutlu ve faziletli olmuşlardır. Öğretmenlere değer vermeyen, öğretmenlik mesleğini hor gören, maddi ve manevi olarak layık oldukları yerlere oturtamayan toplumlar ise mutsuz olmuşlardır.
Tarihimize bir göz attığımızda görürüz ki, atalarımız öğretmenlere layık oldukları değeri vermişlerdir. Onlara maddi yönden doyurucu ücretler verirken, manevi yönden de gerekli olan ilgi ve takdiri esirgememişlerdir. Fatih Sultan Mehmet gibi bir Padişah, Molla Güranî ve Akşemseddin gibi hocaların terbiyesi sonucunda, genç yaşına rağmen İstanbul’u fethetmekten dolayı gururlanmamıştır. Fatih hiç bir zaman hocasına karşı saygısını bozmamış ve her zaman elini öperek hayır duâsını almıştır. İstanbul’a girerken kendilerini çiçek yağmuruna tutan Bizans halkına; “O çiçeklere asıl layık olanın hocası olduğunu ve çiçeklerin ona sunulması gerektiğini” ifade etmiştir. İşte bu olay, hocanın hakkını teslim ve hocaya saygının tarihimizdeki en güzel örneğidir.

Hz.Ali’ye ait olduğu söylenen bir söz vardır: “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum!” Öğretmene gösterilmesi gereken saygıyı bundan daha iyi anlatan bir söz az bulunur. Öğretmenlerin değerini takdir edenlerden birisi de Büyük İskender’dir. “Babam beni gökten yere indirdi, hocam yerden göğe yükseltti.” diyen İskender , hocasının kendisini manen yükselttiğini ve yücelttiğini anlayıp, takdir ederek ona gerçek değerini vermiştir.
Biz de öğretmenlerimize karşı mümkün olduğu kadar ilgi ve saygı götermekte kusur etmemeliyiz.

Öğretmenlerimiz, öğrenimimizi tamamladıktan sonra sahip olacağımız mesleklerdeki başarılarımızı, vatanımıza ve milletimize hizmetlerimizi duyup, gördükçe bizimle övüneceklerdir. Bizim başarımızda kendilerinin de payları olduğunu düşünerek iftihar edecek ve mutlu olacaklardır. Unutmayalım ki; onların mutlulukları mutluluğumuz olacaktır...

8. YOKSUL VE YETİM HAKKI

Müslümanlık, fakirlere ve yetimlere iyidavranmamızı, onlara özenle yardımda bulunmamızı emrediyor. Allah’ın bize yardım ve merhameti, bizim insanlara özellikle yoksullara karşı davranışımıza bağlıdır. Sevgili Peygamberimiz bu konuda: “İnsanlara yardım etmiyene Allah yardım etmez.” buyurmuştur.

Gözümüze kaçmakta olan bir küçük sinekten gözü korumak için nasıl hem elimizle, hem de göz kapaklarımız ile gözümüze yardım ediyorsak; insanlar da birbirlerini korumalı ve birbirlerine böyle yardım etmelidirler. Bunu Peygamberimiz (s.a.v.) bu konuda şöyle demiştir: “Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücut gibidir. Vücudun herhangi bir oranı rahatsız olursa diğer organları da bu yüzden acı duyarlar.”
Yetimler, bu koruma ve yardıma en muhtaç olan kimselerdir. Bu yardımlaşma ile toplumda sıkıntılar azalır, mutluluklar çoğalır. Dinimiz, yetim ve yoksulların haklarını korumaya özel bir önem vermiştir. Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz: “Öyleyse yetimi sakın ezme. El açıp isteyen yoksulu da sakın azarlama.” ; “Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyen şüpesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.”
Life and People